31.10.10

teokratürk cumhuriyet haftası

Cumhuriyet haftası mıydı?

Hiç farkında değilim!

Nasıl farkında olabilirim ki! Hiç heyecan vermiyor bana.

Elif Savaş Felsen face’de bir başlık atmıştı, “iyi ki doğdun Cumhuriyet” diye.

Cevabı şıp diye yapıştırıverdim:) “bu sezeryanla doğum biraz sakat doğuma benzedi”!

Bakın Avrupa’nın Cumhuriyetlerine, onların Atatürk gibi doğum hemşiresi bile yok. Onların halkı Cumhuriyetlerini, tıpkı köy kadınları gibi yolda, tarlada, evde, nerde denk gelirse, imece usulü doğurtabilmişler adım adım, sindire sindire...

Bu yüzden orada eli silahlı ordu personeli değil, sivil beyinler önce keşfetmişler geleciğin projesini, ardından ordu personeli, kendi halkına darbe yapmak yerine, akıllılarının keşfettiği ahmak toplumları haraca bağlama görevini üstlenmişler!

Fransız Devrimi pat diye gelmiş ama, orada halk hareketi, tarihi derinliklerden süzülerek gelen bilinç patlaması yaptırmış ve kiliseyi iğdiş etmeyi bir derece başarmış

Bizim Osmanlı padişahlarımız da benzer çizgiyi izlemişler ama, bizde pek akıllı barındırmamış olmalılar ki, geleceğin projesini çizecek beyin takımının türetilmediğini anlıyoruz. Elbette bizde de ufak-tefek düşünürler çıkmış, Osmanlıcılığın şamatasına bakılınca, devede kulak gibi kaldığını üzülerek anlıyoruz! Varsa yoksa padişah ve ordu..

Avrupa insanları dünyanın neresinde daha gizemli hayat var, o yörenin yerli halkına yaptıkları gaspçılığa rağmen, Amerika’yı ve Afrika’yı bile işgal eden girişimcilere sahipmiş.

Anlıyorum ki, içinde bulunduğumuz yakın çağ kılçıklarına, zehirine, azı dişerine rağmen diğer çağlara beş çeker. Nasıl çekmesin ki, Sosyalizm çağa damgasını vurunca, azı dişler nispeten törpülenmeye başlanabiliyor. İnsan Hakları Evrensel Bilgisi bu yüzden ortaya çıkmad mı.

* * *

Sevgili Aysema Öğretmen kendi blogunda Cumhuriyetin yakın tarihini, rakamlarla ortaya döken bir istatistik yayınlamış. Sözün bittiği yer denilen nokta tam da orası. Övünmeler, kuru kuru dövünmeler.. hep hikaye-i kullis. Rakamlar ortada ama, o rakamları takan mı var!

Yorumcu konuklarından biri “adsız” olarak eleştirmiş. O rakamların verebileceği kanaatlerden endişe duymuş olmalı ki, aynen buraya alıyorum ve Aysema Öğretmen’in blogundaki yorum bırakma sorunundan dolayı (4 kez denediğim halde bırakamadığım) yorumu da buraya almak zorunda kalıyorum.

* * *

AdsızAdsız dedi ki...

:)
biri size Türkiyenin müslüman bir ülke oldugunu söylemeli, ben gönüllüyüm.
Evet canlarim Türkiye, dini islam olan ,dolayisiyla insanlarinin cogunlugunun müslüman oldugu bir ülke. Durup bir düsünün, kendinizi hristiyan bir ülkede yasiyor sanmaktan ve de dinin gerilemenin yegane sebebi ilan etmekten vazgecin.
Önce dönüp bir kendinize bakin, fasistlikten vazgecin.
Biktim bu ülkede uzayli sanilmaktan, bu ülke üzerinde atalarimiz yüzyillarca yil hüküm sürdü ve tüm renkler tüm ayri dinler koyun koyuna kardesce yasamayi basardi,ama benim hatirladigin son 15 yildir basörtülüler üniversite kapisindan bile sokulmuyor. Bu ne barbarlik, ben iki dil konusuyorum,yurtdisinda iki üniversiteyi onur derecesince bitirdim, üstüne master, ama ülkeme döndügümde insanlar basimdaki örtüye bakip ise almadilar. Niye ya, niye?
Bu mu sizin cagdasliktan anladiginiz, beyin göcünü tetiklemek mi?
Takmislar bir basörtüsüne, iste din söyle din böyle.
Bir rahat verin, baskasinin nefes almasindan rahatsizlik duymamayi ögrenin. beni rahatsiz etmiyor kimsenin acik basi, yakamdan bir düsün ya. ben bu ülkede hizmet etmek istiyorum, ama basörtülüleri öcü sanan fasitler sayesinde evde oturmam isteniyor. bu nedir ya, hayatimda böyle zulüm görmedim. bir avuc zavalli beni üniversiteye sokmuyor, kim veriyor size bu hakki? Cahalet mi dediniz ?iste bu cehaletin ta kendisidir. Ünivesitelerin kapisini basörtülüyüz diye bize kitleyin, sonra camiler aciliyor diye caniniz sikilsin.Neresi burasi, vatikan mi? Ögretmenseniz madem, bir egitimci gibi aydin olun.
dini, dindarlari sevmiyor olabilirsiniz, bu sizin seciminiz, ama benim üniversiteye girme hakkimin elimden alinmasini cani gönülden desteklediginiz icin sizi kiniyorum.

Evet cami cok, cünkü Allah´in evlerinde huzur buluyoruz.
Sizi rahatsiz ediyorsa, lütfen vatikana dogru.

mars mars...

31 Ekim 2010 00:57

sn. adsız,

(ve ülkemizdeki bütün adsızlara).

sizin gibi "adsız"ların bu ülkenin acı gerçeği olduğunu, ta Emevi’lerden ve hatta daha da ileri tarih olan kölelikten günümüze kadar süregelen liberal kapitalizmin ürünü olduğunu çok iyi bildiğinizi düşünüyorum. Bilmezlikten gelmeniz için yeterli nedenlerinizin olduğunu da düşünebilirim.

Neden liberal kapitalizmin ürünü? Diye sorarsanız, yedeğine gerektiğinde faşist güçleri, gereğinde din motiflerini alarak, insan emeği ve kimliğini sömürme işi bunların karakterinde mevcut. Kimini vitrin süsü, kimini seks objesi, büyük çoğunluğunu da cemaatlerin kılıcının gölgesine hapsetmeyi uygun bulur.

Klasik tarihin derinliklerinde bu yüzden öncelikle "kadının adı yok".

daha sonra erkeğin dürüst ve emekçisinin adı yok. onlara her ne kadar "köle" adı verilmişse de, kendi öz kimliklerinin kurnazlık, korku, din faktörleri... gibi nedenlerle adı konmamıştır. Bu yüzden hak veriyorum "adsız" dolaşma mazeretinize.

ilk cümlenize gelince, bu ülke toplumunun Müslüman olduğunu söylemeye gönüllü olmanız takdir edilir ancak, bunu zaten Bu rakamlarından çok kolay anlayabiliyoruz ve orta doğudaki ülkelerin insanlarının yaşam biçimlerinden de anlaşılıyor yeteri kadar.

Ama sizden şunu bekleyebiliriz: bilmediğimiz görmediğimiz, yaşamadığımız başka bir müslümanlık da mı var? Bunu anlatırsanız bize, daha da iyilik yapmış olursunuz.

ikinci paragrafınızın ilk cümlesi gerçekten düşündürücü! siz kadınları "uzaylı" yerine koyan, hatta hiçbiryere koymayan, bazı ayetlerin ( müslümanlıktan söz ediyoruz ya, bu yüzden ayetlere başvurdum) varlığı ve aşılamazlığına karşı nasıl bir mücadele verip-vermediğinizi merak ediyorum. Hani iki üniversite bitirmişsiniz ya, bu kadar eğitimin içine şu Kuran’daki nisa ayetleri hakkında da birkaç bilgi edinmişsinizdir umarım. Yoksa sizi iyi niyetten yoksun, kurnaz, pusuya yatmış bir politikacı taklitçisi olarak anabiliriz!

1500 yıllık İslam ve cumhuriyet tarihindeki din ve cemaatlere yatırılan bunca maddi ve manevi imkan, nüfusumuzun %99'unun Müslüman olması, arada bir seçim yapılıp demokrasicilik oynama hakkımız(!) ... bütün bunlara rağmen, dünyada kaç adet KADIN BİLİM İNSANI, SANATÇI, AYDIN, POLİTİKACI...VS vardır? İki üniversiteye bunların araştırılmasının birazcığını sığdırmış olmalısınız. Yalnızca günümüz (sizin deyiminizle) faşistlerinin suçu mudur bütün bunlar?

Evet, sizin vurgulamadığınız birçok çarpıklığın, cumhuriyet tarihimizdeki sabıkalıların da kaynağını biliyoruz. Bu başka bir konu olduğundan değinmiyorum.

Sizin inanç ve cemaatinizin harcadığı maddi-manevi olanakların (bütün tarihte) %1'i şu son 50 yılda sosyalizme harcanmış olsaydı, dünyada savaş, cehalet ve sömürüden eser kalmazdı diye düşünüyorum. Camianız tarafından çok eleştirilen Atatürkçü sistemin (ilk on yılıyla problemim yok ama daha sonraki birçok alandaki yağmacılığın, çağdaşlığın yüz karası olduğunu birlikte kabul etmeliyiz) ama size sunduğu imkanlarla şu eleştiriyi yapabildiğinizi de bir cümleyle belirtmelisiniz. Yarım haktan tam hak’ka eriştiğinizi..

Evet "başörtüsü".

İnanın, ülkemizde kadınların her ne pahasına olursa olsun en yükseğine kadar eğitim alabilmesi için yüreğimi basarım. daha da ileri giderim, (abartmıyorum) bu işin militanlığını her şey pahasına yapmaya hazırım. Üç kız kardeşimin “kız çocuklarının okuması günahtır” fetvasının da intikamını almış olurdum böylece.

Ama, siz şu türbanı "özgürlük" kapsamında görmeye devam ettiğiniz sürece, sizin sırtınızdan politik kazanç ve egemenlik sağlayacakların aç kurtlar gibi beklediğinin farkındasınız umarım. Yanlış anlamayın lütfen, neye inandığınız ve nasıl giyindiğinizle ilgilenme haddim ve hakkım değil.

"Özgürlüğün" içini boşaltıp, asıl sizi o türban adı altında sömüren ve buna rağmen sizin haklarınıza sahip çıkarmış gibi yapan en yakınınızdakilere bakmalısınız öncelikle.

Kaygım şudur, özgürlüğün içi böyle boşaltılırsa, asıl özgürlük mücadelesinin karambole kurban gideceğini düşünüyorum.

24.10.10

SEVİ-ni-YORUM

“Bir sonbahar günüydü”, diye başlayan bütün öyküler, hüzne itekleyiverir insanı.
Dalını terk etmiş bir yaprağın toprağa doğru yolculuğundan alır gücünü. Yeşilden sarıya dönüşümün bir “tükenmeye” gidişin de yol hikayesi olduğunu anlamak zor olmaz.

Bütün renkler her zaman “çeşitliliğin” eşitliğini ifade edemiyor politikadaki gibi. Bazen sonbaharda hayatların dalına tutunabilme istekliliğinin göze çarpan gücü de olabiliyor.

Tomurcuklarla çocukluğun, meyveli bitkilerle olgunluğun, sarı yapraklarla yaşlılığın özdeşliği bütün hüzünlü şiirlerin ve şarkıların ham maddesi olarak büyük sermaye.
Özellikle şiirlerin üstüne abandığı sonbaharlar, sevgililerin arka profilden (giderken) çekildiği resimlerin ağrılarıyla tamamlar melodisinin dramını. Renk tonları, yağmur bulutları griliğinden ibaret.

Yine bir sonbahar haftası.

Henüz doyamadığımız Yazın sonundan kör bıçakla kesmeye çalıştığı bir hafta. Canları gafil avladığı bir zaman dilimi… Güneş, bir yaz boyu kendine çektiği yağmur damlalarını bir öfkeyle iade ediyor gibi... Öfke bu ya, nasıl ne zaman ne kadar iz bırakacağını kim kestirebilir ki! Eşya-insan, insan-insan, karı-koca.. tüm ilişkilerde arızalı anlakları tetikleyen sevimsiz koşulların sevimsiz duygularıyla donatılmış bir haftanın işgalindeyken.
Derken, “öfkeye baka baka kararan” bir haftanın sonu yine gelmeye başladı.

Her “son” bir başka başlangıcın ucunu tutar ya elinde?
İşte o başlangıcın hıncı, tüm renk ve ışıklarıyla “intikam öfkesini” gökyüzünden üstümüze akıtır gibi…

Burası bir başka coğrafya. Renklerden sarıyı papatyaların göz bebeği biliriz. Yeşilin koyusu yaprakların dallarını terk etmesine direnir. Deniz ve gökyüzü. Öyle iki mavi ki, arasında hem dost hem de tost olmaktan kaçılamaz. Bazen bulutları süs niyetine vazosunda saklar.

Evrende tek dünya ama her kişinin kendi evreninde kendi dünyası var..
evrende yalnız dünya ama, kendi dünyanızda yapayalnızlığın “dünyasızlık” olduğunu da iyi biliriz. İki dünyadan tek dünya yaratmanın tadını çok daha iyi…. Yarattığınız tek dünyanın -şimdilik- uydusu konumunda, hızına ve seyrine kılavuzluk yaptığınız iki ayrı dünya daha, çocuklarınız..

Kendi kurduğunuz ortak dünyanız kendi yörüngesinde kendi ahengini birlikte yarattığınız melodik ritimle tamamladığında ve yeni bir tura çok net bilinmeyen zamanın sonuna doğru yol aldığında, “ortağınızla” oluşturduğunuz bale figürlerinin bestesini doğa çoktan yapmıştır farkında olmayarak. “Bilinmeyen” denilen zamanın seyrini hiç hesaba katmasanız da, bir gün aniden gelebileceğini düşünebilmeniz pahasına hızlı dönecek bir dünyadasınız. Başınız da birlikte dönerken, Ortağınız çoktan “Sevgili” mevkisini restore etmiştir artık.

Yeşilin olmadığı yerde, yağmurun sel felaketinin mimarı olduğuna bakmayın, bizim burada yalnızca bitki yeşilinin sarıya yönünü durdurması değil aynı zamanda sevdamızı yeniden yeşerten yeni bir haftanın habercisi. Sözüm ona, Mutlusunuz.
Kundağınız, hazzın doruklarında, sevgilinin kolları oluverir günahsız, kaygısız ve ilk günlerin tüm heyecanını yeniden yaşayarak.
Sevgilinin kokusu, portakal ve bil umum çiçeklerin kokusuyla kokteyl oluverir her yanınızda gün boyunca. Sözcükleriniz bir başka ağır, öpücüğünüz ve öpülüşünüz bir başka tad taşır tüm desteklerin tezahüratında. Bal üretirsiniz adeta arıların yokluğunda. Her adımınız bir dans figürü, her sözünüz şiirin ilkbahar izlerini taşır dilinizde ve yüreğinizde. Aynı zamanda bir başka güzel, bir başka güçlüsünüz.

Unutmadım,
“Her son bir başka başlangıcın ucunu tutar ya elinde” demiştim.
Kazandığımız mutluluğun tasarrufu, zor zamanların sancısız geçişlerinde harcanacak sermayenizdir artık. Ak akçe gri gün için değil midir. Asıl olan, sevda savurganlığı yerine, sevgili hayranlığı değil midir.
İki gönül ile bütün samanlıkların seyran olacağı bir ahenk….
Her heceniz, her sözünüz, her adımınız, her enerjiniz kontrolünüzdeyken hamleniz yerinde ve doğruysa, bir gün size sermaye olarak döneceğini bilmelisiniz.

Yoksa, “keşkeler” yumağında sarmalandığınız anların şaşkınlığı bir tek mevsime boğacaktır sizi,
 Sonbahar…
ve “sarı”nız tutunduğunuz dalın bağlarının çözülüşü ve benzinizin rengi olarak tescillenecek, öylece kalacaktır yakın sona doğru.