9.2.08

ÖZGÜRLÜK VE TÜRBAN-2


burada, “türbana özgürlük” talebinin arkasındaki çelişkilerden söz ettik.
Birz felsefe yapmanın zamanı....

* * *

Bir kız, türbanı nedeniyle öğrenim hakkından yoksun bırakılmalı mıdır?
Bir de tersinden soralım:
Bir kız, öğrenim hakkını türbana kurban etmeli midir?
Özgürlük bir onurdur tabi ki. Ama mağdurun olaya özgürlük penceresinden değil, din penceresinden baktığı nı anlıyoruz. Evet, din de bir onurdur bazılarına göre.
Biri din cephesinde, diğeri özgürlük cephesinde, İki onur zıt kutupta nasıl durur ki? …
İşin püf noktası bu karmaşada yatıyor sanırım.
“Aşkım için her şeyimi veririm, özgürlüğüm için aşkımı da feda ederim” diyor düşünür.
Burada özgürlüğü getirecek olan şey “türban” mıdır, yoksa bilim-ilim sahibi olmak mıdır?
Bu ikilemden birine zorlandığınız durum için sorulmuş bir sorudur bu. Yoksa, türban takma isteğine dışarıdan engel olunuyorsa, bu özgürlüğün gaspıdır düpedüz.
Bu talebin, “masum bir türban takma özgürlüğü” ile, “dini yaşam biçiminin mevzi kazanımı” olup-olmadığını kamuoyu anlayabilmiş olsa, konuya türban (daha genel deyişle giysi) özgürlüğü çerçevesinden bakılabilir. İşte iki onurun barışabildiği nokta da burası olmalı.
Tartışmacı tarafların din ile bilimi karşı karşıya getirmeleri de rastlantısal bir ilginçlik kazanıyor. Bir çok platformda din ile bilimi barışık gösterme çabaları yüzeysel düzlemde seyrederken, türban tartışmalarında, farkında olmadan yapıldığını düşündüğüm tavırlarıda, bu ikilinin çatışması açığa çıkıyor.
Profesörlük kariyer ya da meslek sahiplerini, bilim-düşünce adamı olarak biliyoruz. Yani bu mesleğin asıl işlevi düşünmek, bulmak ve anlatmaktır .
Başbakanlığın asıl işlevi ise, organizasyon…
Başbakanın bir Profesöre, düşünce üretilen bir konuda SEN SUS, İŞİNE BAK diye azarlamasını, tarafların tartışma konusundaki taraftarlık misyonuyla değerlendirdiğimizde, “engizisyon mahkemesi” halinde görebiliriz. Yani, egemen olan kilisenin, Galileo’yu, “dünya dönüyor” dediği için mahkum etmesiyle eşdeğer bulunabilir.
* * *
A. Öcalan İtalya’da tutuklu bulunduğu sırada, Türkiye’de idam cezası tartışılıyordu. Avrupa parlamentosu Öcalan’ın idam edilmemesi için baskı yapıyordu o sıralar Türkiye’ye.
İtalya’da bir dergi: “ siz Apo’nun idamına insan hakları çerçevresinde karşısınız ama acaba Apo (kendisi) idam cezasına etik olarak karşı mıdır?” Diye soruyordu.
Aynı soruyu türban konusunda sorabiliriz:
Türban takma özgürlğünü istemek pek ala hakkınızdır, bu hakkınıza sonuna kadar saygı duyabiliriz de, acaba, arada bir de olsa, TÜRBAN TAKMA-MA özgürlüğünden yana mısınız?
Daha somut söylem ile: Üniversite kapılarında türban takarken, herhangi bir günde, “bu gün türban takmak canım istemiyor, hem havalar sıcak, hem de saçlarım güneş enerjisinden nasibini alsın” diyebilecek kadar özgürlüğünüz –ya da cesaretiniz- var mıdır?
Dini gerekçe açısından baktığımızda, hiçbir üniversite öğrencisinin, hem de bu çağda saç telinden tahrik olacağını düşünemiyorum. Ama sokakta ve taşrada bulunabilir bu kadar sapıklık.
Sorunun cevabı evet ise, tüm solcular ve sosyalistler, talepleriniz karşısında saygıyla eğilir.
İlim yapma hakkınız ve istikbaliniz açısından bunu önemsiyoruz.

Türbanlama, AKP üst düzey yöneticilerinin "kapatma" hikayeleri

4.2.08

ÖZGÜRLÜK VE TÜRBAN



Üniversitelerde “türban yasağı”nı kaldıran yasanın tartışıldığı bu günlerde, anlam kargaşası üzerinden yol alınmaya çalışılması, salt oy kaygısının, etik ilkelerin üstüne çıkarıldığını gösteriyor.
Bu tartışmalarda sorun olan iki şeyden biri, tavırların iki yüzlü seyretmesi, diğeri dayatmaların özünde yatan sorunların tartışmaya sokulmaması...
Konunun özü olan ayetlere girilmemiş olmasının nedeni, bilgi yerine doğmatik bağlılığın, çoğunluk üzerindeki bilinç dışı etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu da oy potansiyeli olduğundan, kaynaktaki muhataplarını/avını “ürkütmeme” taktiği öncelik kazanıyor.
Demokrasilerin en çürük yanı, oy çokluğunun bütün değerlere egemen olmasıdır….
Çokluk, yaşamın her alanında her zaman kaliteyi ve yararlılığı sağlamadığı kabul edilmelidir.
“türban ve özgürlük” ….
Muhafazakar tarafın çabasında, “Türban özgürlüktür” diye bir iddia kamu oyu önünde yoktur ama, dar alanlarda "asıl özgürlük islamdadır" diye iddialara rastlamaktayız.
Karambol tavır akorduyla, karşı tarafı “yasakçılıkla” suçlayarak ileri adımlar atmaya çalışmaktadırlar. “TürbanA özgürlük” ile “Türban özgürlüktür” arasındaki farka inilmemesi anlamlıdır.
Kemalistlerin politik öncüleri ise, tıpkı politik türbancılar gibi, oy kaygısı ve “rejim rövanşı tehlikesi” nedeniyle, açıktan “özgürlüğün asıl tehdidi türbandır” demek yerine, (birkaç akademisyenin dışında) “laiklik elden gidiyor” ya da “türbanlılar çoğunluğu sağlarsa türbansızlara baskı yaparlar” gibi yüzeysel kaygılarla birşeyler anlatmaya çalışıyorlar. Türbanlıların tamamının kendilerine oy vereceklerine inansalar, sanki herşey süt-liman olacak.
Özgürlük nedir?

En genel haliyle, özgürlük, bağlı ve bağımlı olmama, dış etkilerden(etkenlerden) bağımsız olma, engellenmemiş ve zorlanmamış olma halini dile getirmektedir. Buna paralel baska bir gündelik tanımı, insanın kendi kararlarını kendi istemine ve düşüncelerine göre belirleyebilmesi, ve kendi seçimlerini kendi iradesiyle yapabilmesi olarak belirir. Burada özgürlük bir irade özgürlüğüdür.(wikipedi)

Sözlük'te "özgürlük" şöyle tanımlanmaktadır:


"1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî.


2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet."
Özgürlük bu imiş, ya türban nedir?
Türban, “genellikle pamuklu veya ipek kumaştan yapılmış, başa veya fes, kavuk gibi bir iç şapkanın üzerine sarılan uzun baş örtüsü.” Diyor wkipedi, ama bir kumaş boyutu değildir asıl tartışma yaratan. Öyleyse, bağlaycı emir hükümlerine bakalım:
Nur :31, Ahzap:33-59, Nisa:34 gibi ayetlerde, kadının iradesi tamamen hiç olarak görülmüş, birer emirden ibarettir.
Kadın, eğer türbanı dini inanç gereği taktığını söylüyorsa, bunun bir zorlama olmadığını iddia etmesi bir çelişkiden öte, ilgili ayetleri inkar anlamına da gelebilir. Çünkü, örtünmenin icadında kadın iradesi değil, tamamen erkek iradresi vardır. Ayetlerin açıklamasında da görüldüğü gibi, erkekleri tahrik etmekten uzaklaştırmak amacıyla kapanmanın emredildiği söylenir. Oysa tahrik olmama (yada kendine hakim olma) zorunluluğunu erkeğe yüklemek yerine, kadının "cazibesi"sorumlu tutulmuştur.
Bunun özgürlükle ilgisini şu cümlelerle kurmaktadırlar. “Asıl özgürlük, Allahın emrine ve peygambere itaat ile mümkündür” gibi içini doldurmak gereği bile duymayacakları bir söylemdir.
Oysa imanın özgürlükle ilgili bir kaygısı yoktur. İman sorgusuz sualsız bağımlılıktır.
İşin asıl tehlikeli boyutu, inanç olarak yaşanan kuralların türban ile sınırlı kalamayacağı… İnaca giden yolda ayetlerle ve hadislerle desteklenen o kadar katı kuralların adım adım ilerledikçe, savaşan şeriata kadar dayanacağı beklentisidir. Bu günkü ivmeler, düzenin, toplumun temel gereksinimlerine cevap veremeyişindeki acizliğinden yararlanılarak, "düşmanı kendi silahıyla vurmak” avantajını kullanmaktalar.
Üniversite okuyan dindar gençler, "ya türban ya diploma" zorlaması karşında tercihlerini tavizsiz olarak, türbandan yana göstermektedirler; istikballerini öldürmeyi göze almaktadırlar. Oysa, aynı düzen içerisinde faiz sisteminden, dolayısıyla yabancı paraların gücünden alabildiğine yararlandıkları görülmektedir. Dinin karşı emirlerine rağmen birçok dini kuralları "darül-harp" kapsamına alabilmektedirler. Örnekler çoğaltılabilir.
Bunlar gibi daha bencil çıkar içeren kurallarda taviz verilirken, okul çatısı altında türbanı, ilim-bilim kurumlarının üstüne çıkarmaları, konuyu görünenden daha karmaşık hale getiriyor.

devamı burada


28.1.08

EDİ.BEN'den MİM topu.


Bir MİM'e bir MUM olabilmişsek, mutluyuz:))


"yapmak zorunda olup da bir türlü yapamadığım şeyler"di MİM başlığı.

Zihni Örer MİMlendinizzzzzzzz he heee :P

Demiş sevgili EDİ.BEN. Kendisine verilen soruda , “yapmak istediğim..” ile “yapmak zorunda olduğum…” gibi ayırımı da yakalamış. Cevabını ikinciye göre vermiş.

Bu ince ayrıntıları harmanlayarak, cevabımı özetlemeye çalışıyorum:

* * *

İnsanın, yapmak zorunda olup da,

1-kendi yeteneksizliğinden dolayı,
2-kendi öz yetenekleri olup da maddi yetersizlikten,
dolayı yapamadığı şeyler olabilir.

Yeteneksiz bir insanın “yapmak istediği şeyler” gibi kurgusu olabilir mi; diye sorulabilir. Hayal kurmak taklidi pek yetenek gerektirmiyor kanımca.
Bu kapsamda yetenek geliştirilebilir mi? Bence evet. Ama bunun faturasını öncelikle, o konu üzerinde harcayacağımız “ZAMAN x BEKLENTİ x eylem=yetenek” ile tanımlayabiliriz.

Birinciye kendi evrenimden örnek verecek olursam, akılıma ilk gelen,
Flamenko tarzı gitar çalabilmek; Latin Amerika danslarından Tango valse,rumba, oryantale, salsa, chacha' gibi dansları en iyi şekilde oynayabilmek….

Bunları geçtim, (sıkıysa geçme=yaşlılık):)) elimdeki gitar ile akor kalıplarını basmaktan acizim. Her türlü kaynak var, zaman kaynağı hesaplarımı bozuyor. Buna tepki olarak da kendime göre, saz-ud-gitar ortalaması (ya da sentezi) bir tarz tutturmaya çalışıyorum. Bunda idare edip gidiyoruz.
Bir de, evimizin mutfağını gariban yazlık ev görünümünden kurtarıp, BURADAKİ kendi çizimim olan dolapları henüz sipariş veremedim.

Asıl önemli olan isteğim, sıfır önyargı (inatsızlık) ile, düşüncelerimi başkalarına aktarabilmek ve başkalarının da sıfır ön yargı ile kendine uygun dünya görüşünü bulabilmesini sağlayabilmek. İşte en zoru bu olsa gerek. İç özgürlüğü asıl kısıtlayan neden olarak bunu görmekteyim. Ön yargılar, iç özgürlüğün düşmanıdır diyebiliriz. Ardından, insanların yaşamı birbirlerine zorlaştırması gelmekte...
Bir ömürlük yaşamı “en az insan hatası”yla mutlu bitirebilmeyi çok isterim…. Bunun yolu, başkalarının da benim beklentime paralel davranmasından geçeceğini düşünüyorum.

Maddi yetersizlikten dolayı yapamadığım örneklere gelince, bu konuda fazla bir beklentim ve ahım yoktur. Ancak, maddi varlıktan kasıt “para” olduğuna göre, bunun egemenliğine son verebilmeyi çok isterdim.
Yeteneği olup da parasızlıktan dolayı yapmak istediğini gerçekleştiremeMek, YİTİK DEĞERLERin toprağa gömülmesi demektir. Bu da toplum yaşamına egemen olan kapitalizmin insanlığa attığı büyük kazıklardan biri olsa gerek. Çünkü “fırt vurma” şeklinde kapital biriktirmek daha çok yeteneğe değil, rakibin ya da toplumun (çalışan, müşteri, rakip) zayıf tarafını kollayabilme kurnazlığına bağlanmıştır.

Yapmak zorunda olup da, yapamadığımız şeyler, yapmak isteyip de yapabileceğimiz şeyler olmalıdır. Dış kaynak yokluğunun yaratıcılığı kısıtlamadığı bir toplumsal düzenin hakim olmasını görmek, görmek isteyip de göremediğim şeydir.

Benden Ebru (nehirida'ya) ve neverland'a Mim topu... Bekliyoruz kardeşler..

24.12.07

KIZILDERİLİ ŞEF DİYOR Kİ..




Bu konuşma 1854 de Kızılderili Şef Seattle tarafından halkının toprak larını satması Istenmesi üzerine bir cevap olarak yazılmıştır. Bu konuşma Washington’ da muhafaza edilmiş ve Amerikan Expo 74’ te sunulmuştur. Son zamanlarda da UNEP tarafından yayınlanmış, çevre üzerinde şimdiye dek yapılmış en güzel ve en içten anlatım olarak tanımlanmıştır.

* * *




WASHİNGTON’ DAKİ BÜYÜK ŞEF TOPRAKLARIMIZI ALMAK İSTEDİĞİ KONUSUNDA SÖZÜNÜ GÖNDERMİŞ.

BÜYÜK ŞEF AYNI ZAMANDA DOSTLUK VE İYİ NİYET SÖZLERİNİ GÖNDERMİŞ, BU ÇOK NAZİK BİR HAREKET, ÇÜNKÜ KARŞILIK OLARAK BİZİM DOSTLUĞUMUZA ÇOK AZ İHTİYACI VAR. AMA BİZ TEKLİFİNİ DÜŞÜNECEĞİZ. ÇÜNKÜ BİLİYORUZ Kİ, EĞER SATMAZSAK BEYAZ ADAM SİLAHLARLA GELİP TOPRAĞIMIZI ALABİLİR. GÖKYÜZÜNÜ, TOPRAĞIN ISISINI NASIL ALIP SATABİLİRSİNİZ? BU FİKİR BİZE GARİP GELİR, EĞER BİZ HAVANIN TAZELİĞİNE VE SULARIN PARILTILARINA SAHİP DEĞİLSEK, ONLARI NASIL SATIN ALABİLİRSİNİZ?

BU DÜNYANIN HER PARÇASI BENİM İNSANLARIM İÇİN KUTSALDIR. HER PARLAYAN ÇAM İĞNESİ, BÜTÜN KUMLU SAHİLLER, KARANLIK ORMANLARDAKİ SİS, HER AÇIK ALAN, VIZILDAYAN BÖCEK, HALKIMIN DENEYİM VE ANILARINDA KUTSALDIR, AĞAÇLARIN GÖVDELERİNDEN AKAN SULAR KIZILDERİLİLERİN ANILARINI TAŞIR. KIZKARDEŞLERiMİZ, BEYAZ ADAMIN ÖLÜLERİ YILDIZLAR ARASINDA YÜRÜMEYE GİTTİKLERİNDE, DOĞDUKLARI ÜLKEYİ UNUTURLAR. BİZİM ÖLÜLERİMİZ BU GÜZEL DÜNYAYI ASLA UNUTMAZLAR. ÇÜNKÜ 0 KIZILDERİLİ’ NİN ANASIDIR. BİZ DÜNYANIN PARÇASIYIZ VE DÜNYADA BİZİM PARÇAMIZ. GÜZEL KOKAN ÇİÇEKLER BİZİM KIZKARDEŞLERİMİZDİR;

GEYİK, AT, BÜYÜK KARTAL, BUNLARSA BİZİM ERKEK KARDEŞLERİMİZ, KAYALIK TEPELER, ÇAYIRLARDAKİ ISLAKLIK, TAYIN VÜCUT ISISI VE ADAM, HEPSİ AİLEYE AİTTİR. 

ÖYLEYSE, WASHİNGTON’ DAKİ BÜYÜK ŞEF TOPRAĞIMIZI ALMAK İSTEYİNCE BİZDEN ÇOK ŞEY İSTİYOR. BÜYÜK ŞEF BİZE RAHATÇA YAŞAYABİLECEĞİMİZ BİR YER AYIRACAĞINI SÖYLÜYOR. 0 BİZİM BABAMIZ VE BİZ DE ONUN ÇOCUKLARI OLACAĞIZ.

ÖYLEYSE, TOPRAĞIMIZI ALMA TEKLİFİNİZİ DÜŞÜNECEĞİZ, AMA BU KOLAY OLMAYACAK. ÇÜNKÜ BU TOPRAK BİZİM İÇİN KUTSALDIR. DERELER VE NEHİRLERDEN AKAN, PARILDAYAN SULAR, SADECE SU DEĞİL AMA ATALARIMIZIN KANLARIDIR. EĞER SİZE TOPRAK SATARSAK ONUN KUTSAL OLDUĞUNU HATIRLAMALISINIZ, VE ÇOCUKLARINIZADA ONUN KUTSAL OLDUĞUNU ÖĞRETMELİ-SİNİZ.

GÖLLERİN BERRAK SUYUNDAKİ HER HAYALİ YANSIMA, HALKIMIN YAŞAMINDAN OLAYLAR VE ANILAR ANLATIR. SUYUN MIRILTISI BABAMIN BABASININ SESİDİR. NEHİRLER ERKEK KARDEŞLEMİZİNDİR, SUSUZLUĞUMUZU GİDERİRLER, NEHİRLER KANOLARIMIZI TAŞIRLAR VE ÇOCUKLARIMIZI BESLERLER. EĞER SİZE TOPRAĞIMIZI SATARSAK, HATIRLAMALISINIZ VE ÇOCUKLARINIZA ÖĞRETMELİSİNİZ Kİ NEHİRLER BİZİM KARDEŞLERİMİZDİR VE SİZİN DE; BUNDAN DOLAYI NEHİRLERE HERHANGİBİR KARDEŞE GÖSTERECEĞİNJZ KİBARLIĞI GÖSTERMELİSİNİZ.

KIZILDERİLİ HER ZAMAN İLERLEYEN BEYAZ ADAM ÖNÜNDE GERİ ÇEKİLMİŞTİR. DAĞLARDAKİ SİSİN SABAH GÜNEŞİ ÖNÜNDE KAÇIŞI GİBİ. AMA BABALARIMIZIN KÜLLERİ KUTSALDIR. MEZARLARI KUTSAL TOPRAKLARDIR VE BU TEPELER, AĞAÇLAR, DÜNYA’ NIN BU PARÇASI BİZE SUNULMUŞTUR. BEYAZ ADAMIN BİZİM ADETLERİMİZİ ANLAMADIĞINI BİLİYORUZ. TOPRAĞIN BİR PARÇASI DEĞERİYLE AYNI ONUN İÇİN, ÇÜNKÜ GECE GELİP TOPRAKTAN İHTİYACI OLANI ALIP GİDİN BİR YABANCIDIR 0. Devamı: BURADA

1.12.07

SEZİ-YORUM

Sezi-p-öğreni-yorum-luyorum çözüp-ç-özümü-söylüyorum

Blogumuzda “logo sloganı” olarak kullandığım bu sözün anlamının, hangi felsefe akımının yansıması olduğunu düşünmeye başladım bir an.

"se-zi"yi, (bizim) adlarımızın ilk hecelerinin birleşiminden esinlenmiştim. “sezi-yorum”un, başlı başına bir düşünme biçimini işaret etmesi, başlangıçta bir rastlantıydı sadece.

Sayfayı her açışta karşılaştığım bu deyimin anlamı artık yüzüme bir sonbahar rüzgarı gibi vurmaya başladı. Bazı rüzgarlar okşardı ama, bir deniz dalgasının en sert kayayı bile parçalayabilmesi gücünü anımsattı bu durum.

Buraya bıraktığımız her deyişin bir ağırlığı ve her açılışta başta göstermenin daha fazla bir sorumluluğu olmalıydı.

Biraz çabayla, onunla bğdaşan anlamların felsefi boyutlarını sermeye çalıştım.

* * *

Felsefe akımlarından “sezgicilik” çağrışımını ilk anda akla getirse de, sezgiyi, gerçeği tanımada sadece bir yön bulma başlama noktası olarak aldığım görülmektedir.

Sloganımızın son yükleminden anlaşıldığı gibi, detayları öğrenip kavramadan bir şeyin doğruluğuna karar vermeye çalışmak, Newton’un, (Quantum’dan habersiz) atom altı parçacıkların hareketini gözlemleme işini tanırya havale etmesine benzer.

Sözü fazla uzatmadan, tanımlara kısaca göz atalım:

Sezgicilik
Vikipedi, özgür ansiklopedi'den

Sezgicilik, felsefi bir kavram olarak sezgiye akıl, zihin ve soyut düşünme karşısında hem öncelik, hem de üstünlük tanıyan felsefe akımıdır.

Sezgiciliğe göre bilginin, özellikle de "felsefe bilgisinin" kaynağı ve temeli sezgidir. Burada önemli olan sezgi kavramının içeriğidir. Felsefi anlamda sezgi, bir tür açılma, doğrudan doğruya keşfedilme ve dolaysız, aracısız birden bire kavranılma anlamında kullanılmaktadır. Buna göre, varlıkları bize oldukları gibi veren bilgi, sezgidir.
"Ortaçağ felsefesinde" önemli isimlerden biri olan İmam Gazal'de, Gerçeklik sezgi ile bir kerede ve tam olarak kavranır, akla dayanan bilgi ise asla tam ve kesin olamaz düşüncesi bu felsefelerin ana tezidir. Böylece hem rasyonalizme hem de materyalizme bir karşı çıkış sözkonusu edilmektedir.

etikte sezgicilik: (duygu ve his etkinliği)

Eylemlerin doğru ya da yanlış oluşları, onlar üzerine düşünmeyle ulaşılacak bir sonuç değil, aksine doğrudan sezgiyle varılacak bir bilgidir.

düşünme ve deneyimin ötesinde bilgiye ve dolayısıyla sonuca sadece sezgiyle varılması gerektiğinden, etik sorunlarının genel sezgiyle tamamen uyumlu bir şekilde çözülmesine önem verilir.

Matematik felsefesinde sezggicilik:

Buna göre, matematiksel aksiyom doğrudan doğruya sezgi yoluyla kavranabilirler. Matematiksel önsellikler sezgi yoluyla kavranırlar ve bu nedenle de bu durum, matematiğin üstünlüğünü gösterir.

Akılcılık veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil düşünce ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş.

* * * *
Kendi koşullarının ürünü olan batı felsefesinin sınırlarını aşarak daha evrensel çizgiye oturduğuna ikna olduğum,

Yansıma teorisi ve Diyalektik Materyalizm
Diyalektik Materyalizm, genel felsefi kategorileri ve kavramları (var oluş-öz, biçim-töz, gerçeklik-yanılsama, nesnellik-hakikat, nedensellik-olasılık, zorunluluk-özgürlük vb.) da kullanır ve onlarla çalışır. Aydınlanma çağı'ndaki felsefi akımların çatıştıkları ve çözümleyemedikleri konuları (bilginin kaynağı, düşüncenin temeli, aklın yapısı ve işleyişi, duyumların yeri vb.) özgün -ve pozitif bilimlerce de kanıtlandığı üzere- çözümlere bağlamış, temel aldığı yasaların, gerçekliğin yasaları olarak formüle etmiştir. Yani, buna göre gerçekliğin(doğanın) işleyiş süreçlerinin yasaları, diyalektik materyalizmin bilgi mekanizmalarının da yasalarıdır. Düşünceyi maddenin, bilgiyi gerçekliğin bir yansıması olarak alması dolayısıyla "Yansıma Teorisi" olarak bilinen teoriyle aynı zemine dayandığı söylenebilir. Böylece de kendisini gerçekliğin isleyiş süreçlerine uyduran, daha doğrusu o süreçlerin zihinsel yansımalarının sonucu olan bir teori olarak ayrıcalıklı bir yere oturtur.

Benim için fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir."/Marks