5.11.14

Saygı nedir?

Saygı, her şeyden önce iki kutup gerektiren bir kavramdır. Duyan ve duyulan. Duyulan, asıl anlamın öznesidir. Duyan ise onun tamamlayıcısı.

Bir kişinin topluma yararlı olma özelliğinden ve bıraktığı eserinden dolayı farkında olunduğunu belli etme duygusudur. Bu duygu söz, beden ve somut eylemlerle gösterilmedikçe, saygı anlam bulmaz.

Saygı kişisel kazanımlar karşısında duyulacak bir tutum olamaz. Toplumsal olmak zorundadır.

Bir holding sahibine servetinin miktarından dolayı saygı duyulmaz. Ancak, o servetin, kendi ihtiyaçlarından fazlasını öncelikle kendi çalışanlarına (o serveti kendine kazandıranlara) dağıtırsa, yönetim sisteminin zorlamamasına rağmen bunları yaparsa, ona saygı duyulur.

Askerlikteki rütbeye selam ile, Cumhurbaşkanı yoldan geçerken ayağa kalkmak, sigarasını söndürmek saygı değil, yalakalık ve korku kavramıyla tanımlanır. Aksi durumda o davranışı göstermeyenlerin cezalandırılması buna örnektir.

Saygı, korkunun panzehiridir. Saygıya zorlanmaz, sadece umulur. Umduğunu bulamayan öncelikle onu anlamaya çalışır. Empatik etkileşim içine girerek, yanlışlarını öğrenmeyi deneyebilir. Ya da karşıyı ikna çabası da saygının bir çeyreklik kısmını kurtarabilir.

Bir insanın kendini saygın bulması nasıl olur?

Örneğin bir sanatçının eserine bedel ödeyenler ona saygı duyarken, ona bedel ödemeyi gereksiz bulanların saygı duymak zorunda olmadıklarını düşünürüz.

Aynı şey politikacı için de geçerlidir. Vatandaş şöyle düşünür:sana saygı duysaydım zaten oy verirdim. Demek ki benim gözümde saygınlığın yoktur. Ancak, aynı fikirde olmadığım başkaları seçerse, toplumsal sözleşme gereği aldığın kararlara uymak zorundayım. İşin burası toplumsaldır. Sen yanımdan geçerken ayağa kalkıp-kalkmamam kişiseldir. İkincisine zorunlu değilim.... demektir.

Saygı gösterisini zorlayan otoriteler, kendilerinde hissettikleri kişilik kanamasını durdurmak, onu pansuman etmek isterler. Bu uyarıcı çelişkiler karşısında uyuyanları uyandırmak endişesinden dolayı panik atağa geçerler.

Bu kavramları birbirine karıştıran otoritelerin elde ettiği makam ve gücü kişisel çıkarları için kullanma belirtileri, dışa vuran zorbalıklarından bellidir. Önceden belli olan bu tehlikeyi göremeyen çoğunluğun demokrasisi de meşru sayılmaz.
Kişi gerçekten saygın olup olmadığını, azarlama ve korku psikolojisinin hakim olduğu yerlerde asla anlayamazlar. Gerçek saygınlık özgürlük ortamlarında net olarak anlaşılır.

Bir de dar kapsamlı saygı vardır ki o da aile büyüklerine, çevremizdeki iyilik meleklerine duyulan saygıdır.

 Beğenmediğiniz bir fikre ve inanca saygı duymanız gerekmez. Sadece onu ahlak ve etik dışı tutumla aşağılama hakkınız olamaz. Burada zor kullanılmaması saygı gösterdiğiniz anlamına gelmez. Onu değiştirmek için toplumca kabul gören yöntemlerle mücadele içine girersiniz.

 Kısacası Saygı, sempatik çekim gücüdür, fazlası değil.

2.3.14

İnkar et gitsin lan

Adamın biri evlenmiş ama geçimini sağlamak için iş aramış, bir türlü bulamamış. Allahtan rızık dilenmek için camiye gidip dua etmeye başlamış.

"Allahım, bana hem bir iş kapısı aç, hem de oğlan çocuğu ver, İbrahim Aleyhisselamın yaptığı gibi onu senin yoluna kurban edeyim" demiş. 

Allah bu işsizin dediğini yapmış. Çocuk vermiş, bir de rızık verip zengin etmiş bir şekilde. Sıra çocuğu kurban etmeye gelince kara kara düşünmeye başlamış. Çocuğunu bıçak altına yatırmaya kıyamamış haklı olarak! Başka bir yol aramış. Müftüye danışmaya karar vermiş.

 "Hoca Efendi, ben bu çocuğu kurban etmek için Allaha söz verdim, ama şimdi kıyamıyorum. Bir dua etsen de çocukların yerine Allah bir kurbanlık koç gönderse? 

Müftü, "hayır olmaaazz, söz verdiysen kurban edeceksin tabi ki" demiş. 

Adam şaşkınlık içinde! Müftüye kızmış. Dinden çıkmak da olmaz! Uygun bir fetva bulabilmek için başka bir hoca aramaya koyulmuş.  Sormuş soruşturmuş, en iyisi bir ayağı dinde diğer ayağı politikada olan bir hoca önermişler.

"Tayyep hoca bu işin piri demişler. Adam koşmuş tayyep hocaya:
"Hocam, ben böyle böyle Allaha söz verdim, Allah da sözünü tuttu, söz tutma sırası bana geldi şimdi. Çocuğumu kurban etmeye kıyamıyorum, başka bir dua okusan da, Allah  "ateist, solcu, teröristlerden" bir kurban atsa yukarıdan olmaz mı?" 

Hoca cevap vermiş:
O senin dediğin iş zor. Onlarda kurban olacak göz var mı! Dur sana daha kolay bir yol söyleyeyim.

"Neymiş o yol sayın hocam?"
-Bak müslüman, Allaha o sözü verirken yanında gılıçdaroğlu var mıydı? 
"Yoookkktuu".

-Öyleyse inkar edin gitsin lan.

17.1.14

savaş kadın ve erkek


"Buradaki olayların (savaş) yalnızca erkeğin kendini kadından üstün gördüğü bir dünyada gerçekleşmiş olduğunu gözden çıkarmamalısın. Amerikalıların "erkeğin dünyası" dediği bir alanda. Diğer bir deyişle, kaba kuvvetin, mizahtan yoksun bir kibrin, asılsız bir saygınlığın ve eski çağlara ait bir budalalığın hâkim olduğu bir dünyada."

 "Erkekler savaşı sever çünkü bu onlara ciddi görünme imkanı verir. Çünkü bunun, kadınların kendilerine gülmesini engelleyen tek şey olduğunu sanırlar. Böyle bir durumda kadınları nesne konumuna indirgeyebilirler. İki cins arasındaki büyük fark da budur.

Erkekler nesneleri, kadınlarsa nesneler arasındaki ilişkiyi görür. Nesnelerin birbirine ihtiyaç duyup duymadığını, birbirini sevip sevmediğini ve birbirine uygun olup olmadığını. Biz erkeklerde olmayan ve savaşı kadınların topuna birden iğrenç -ve de absürd- kılan bambaşka bir duygu boyutudur bu.

Sana savaşın ne olduğunu anlatayım. Savaş, ilişkileri görmedeki bozukluktan kaynaklanan bir psikozdur. Birbirimizle kurduğumuz ilişkileri. Ekonomik ve tarihi durumumuzla ilişkilerimizi. Ve en çok da hiçlikle ilişkimizi.
Ölümle."
Bir süre sustu. Maskeli yüzü şimdiye kadar hiç görmediğim ölçüde yoğun ve içine dönüktü......

./Büyücü-John Fowles-Sayfa:419