3.12.18

Çarıklı Aşıklar (roman) yayımlandı

Çarıklı Aşıklar

İmam Hatipli köy delikanlısı ile, üniversiteli Çingene kızın aşk, gurur ve kuruntu hikayesi olan Çarıklı Aşıklar romanımız, Öğretmenim Dergisi Yayınevi tarafından Aralık 2018'de yayımlandı.


Bu romanda, iki farklı kültürün ince rekabeti ve alışılmadık bir “aşk aşısı” vardır. Tutar mı? Roman bu, yazar isterse her şey olur ama okur istemzse o başka…..

Araka kapak tanıtım yazısı:
Annemin, "okulu bırakırsan pabucun dama atılır" dediği söz ile ateşlenmiş rokete dönüşmüştüm. Gözünü sevdiğim Çingene'lerin pabucu mu vardı sanki! Birden, "atın gitsin" diye restimi çektim! Artık, yalın ayak yürümek kaçınılmazdı. Ve kendi işimin ırgatı olmaya çoktan hazırdım.

"Eskici geldiii… naylon pabuçlar, eski kitaplar, sahte hayatlar, kuruntulu tavırlar, aç kabadayılar..."

diye sokaklarda aklıma estiği gibi haykıracaktım.

Zaten yola çıktığımda, “kader durağının" bir ilerisinde inmekti hayalim. Zifiri karanlıkta hedef bulmaya çalışan milyonlarca çarıklıdan biriydim nasıl olsa. Alacağım riskin bedeli önemli olmasa da yürüdüğüm yolun heyecanı vardı üzerimde. Sürüngen adımlarla buraya kadar gelebilmiştim.

Biraz daha yürüdüm; az ötede bir Çingene kızın önüme kurmuş olduğu barikata takılı kaldım. Hipnotik tılsımıyla, yüreğime çengelli iğnesini vuruverdi oracıkta. O gündür bu gündür özü-gürüm.
             .........................................

Yayınevine verilecek siparişler en uygun indirimlerle, adrese teslim yapılır.
Yayınevi sipariş telefon numaraları  üst ekranda yazılıdır:

Online kitap satış ağı listesi:

1-Öğretmenim Dergisi Yayınları
 2-D&R
 3- İdefix
4-Kitap Yurdu
 5-Babil
 6-KiDeGa
7- Eganba
8- Kitap Sahaf
9- ilk nokta dağıtım
10-   KitapSeç dağıtım
11-Sözcü
12- kitapjoy
13- eflatun dağıtım
14-  Eflatun Kitap
 15- kitabına bak/blok dağıtım
16-  bKm kitap
17-  Arkadaş Kitap
18- KitapAvrupa

ve devam edecek...

21.10.18

Kapitalizm ahlâkı!


Önce ilgi uyandırmak için talep/tezgâh oyunu kurar.
Bu oyun ile insanların ilgisi arasına engel koyar,
sonra işçilere engeli aşıracak araç ürettirir,
o aracı da o işçilere satar.


Oysa, her işçinin boyuna göre ayağının altına sandık koyacağına, 
 GRİ BARİYERi koymasaydın, EŞİTLİK o sorunu daha kolay çözerdi.

9.10.18

bazı kadınların erkek istismarı

Resim yorumu:şiddet sağ'da, adalet sol'da


"İntikam tatlıdır" ama,
Filozof Francis Bacon, ‘’intikam beslemek, normalde kısa sürede iyileşecek bir yarayı (o anki  haz ile) kaşıyarak açık tutmaktır’’ diyor
----------------------------------------

2 Yıldır görev yaptığım bir alanda (adalet mekanizması) gördüm ki, “kadına şiddet olayına karşı tepkileri” sömüren bir kadın tipi çıktı ortaya.


Kadına şiddet konusunda toplumun bir kesimi ölü taklidi yaparken, diğer diliminde ciddi duyarlılık oluşmuştur.

Olaylar ulus aşırı boyutlara ulaşınca, mahkemelerin önemli bir bölümüyle, polis teşkilatı da bu eleştirilerden etkilenmiş olmalı ki, en basit şikayette bile detaya bakmadan işlem yapılabiliyor. Bir kısım kadının (özellikle aşksız/sevgisiz/evliliği veya birlikteliği sosyal güvenlik kurumu gibi gören kadınların) bu duyarlılığı sömürmeye başladığına tanık oluyoruz.

Bu durumun kamu oyuna yansımadığını anlıyoruz.
Tamam, kadına şiddete karşı duyarlı olmak önemli ama, bir erkeğe evinden uzaklaştırma, hatta hapis kararı verirken, ana konudaki gürültüden etkilenip, erkeğin sesini duymamak adalet sayılmamalı.

Bir kadın karakola gidip de “uzaklaştırma istiyorum” dediği zaman anında, sorgusuz sualsiz işleme konuluyor. Erkek, aile içi ufak bir tartışma ve kızgınlık sonucunda ya da nedensiz şikayetle evinden uzaklaştırılınca çocuklarından, iş performansından ve otelde veya ayrı evde kalması durumunda, ev ekonomisini ve genel çıkalararı kontrol imkanından da uzaklaştırılmış olunuyor.

O evlerde 15-17 yaş aralığındaki kız çocukları genellikle “baba otoritesinden/gözetiminden" uzak kalmayı tercih ederek, "anneci" davranabiliyor, annenin şikayetinde tanık olarak dinleniyor ve anne bu çocuğun o gizli amacına alet olabiliyor.

“Sorumlu baba otoritesini”, o çocuğun özgürlük ile başıboşluğu birbirine karıştırdığını bilen, kadın cinayetlerinin kökeninde bulunan tehlikeleri görebilen babalar tavrı olarak anlamalıyız.

Sorumsuz ve bilinçsiz anne ise, eşi ile kavgasında baskın çıkmak uğruna çocuğun çıkarını görmezden gelerek, istismar etmeyi göze alandır.

Oysa, taraflardan gelen şikayette ilk başvurulması gereken yer pedagog olmalıdır. Pedagog tarafları dinledikten sonra, uzaklaştırmanın gerek olup olmadığına kanaat bildirmelidir. Bu tür kadınları, içinde bulunduğumuz ekonomik krizlerde ortaya çıkan “fırsatçılar”a benzetebiliriz.

18.9.18

Nisa:34'ün püf noktası

Nisa:34﴿  Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın;

“Bazı kavramlar standart tek anlamlı değildir, çok anlamlıdır. El dersiniz bir organik anlamı (elimiz) vardır, bir de “yabancı” anlamı vardır. Bir kelimenin bağlamına göre hangi anlama geldiğini keşfederiz. Nisa 34’deki “darabe” kelimesi ise “vurmak” değil, “geçici ayrılmak” anlamındadır. Evliliği kurtarmak içindir”./ Prof. Dr. Mehmet Okuyan

Bazı eş sözcüklerin anlamı ardındaki ve önündeki fiil, sıfat, özne ve belirteçlerin içinde bulunduğu anlamlarla belirlenir.

Örnek: Oğlum YAŞA  oturma üşütür ve hasta olursun.
 Oğlum, YAŞA takılma, akıl yaşta değil baştadır.

Her iki cümledeki YAŞA sözcüğünün anlamını ayıran yanındaki diğer sözcüklerdir. Birisi ıslak, diğeri tecrübe veya yaşadığı yıllardan söz eder.

Gelelim Nisa34’deki dövün kelimesine. Önce ardındaki ve önündeki belirteçlerin anlamından çıkacak ana fikre bakalım:

Ayetin içinde geçen ve darabeye anlam yükleyen Joker sözcükler:
”baş kaldırmak, endişe, öğüt, yalnız bırakmak, itaatsizlik.

Bu sözcüklerin her birisi ardında ünlem (!) işareti barındıracak, yönlendirme, caydırma, korkutma… gibi anlamı içermektedir.

 İçinde ünlem ifadesi (haykırış, sevinç, kıvanç, üzüntü, acı, korku, hayret, ürperti, heyecan, nefret vb ani coşkunluklar) bulunan ve seslenme, hitap ve uyarı bildiren cümlelerden ve kelimelerden sonra gelir.

Kaldı ki, erkeğe yüklenen misyon olan evliliği kurtarma sorumluluğu “geçici ayrılmak”la sağlanacağı fikri, kadının erkeğe bağımlılığını ve muhtaçlığını işaret eder. Geçici ayrılma fikri kadını caydıracak bir ceza olarak düşünülmüş olur ki, kadının erkeğe bağımlılığı olmazsa   bu önlem caydırıcılık değil, belki de kadın için bir kurtuluş da olabilir.

Bu ayetin içinde geçen “darabe” kelimesi “geçici ayrılmak” anlamına mı gelir, yoksa “vurun/dövün” anlamına mı gelir?
 Türkçe dil ve mantık bilginizle hatta niyetinizin markasıyla cevap verin.

24.8.18

Yazıda ve konuşmada dil sorunu



Sosyal medyada bireyler en çok yazı ile, sonra resim gibi görsellerle varlıklarını gösteriyorlar.

Herkes yazar da okuyan yazandan daha az sanki. Ya da bana öyle geliyor. Aslında yazmak da okumak da önemli bir uğraş. Ancak, başkalarının yazdıklarını kendi üretimleri gibi gösterenlerden sakınmak gerek. Çünkü, imaj hırsızlığının da diğer yüz kızartıcı hırsızlıklardan farkı yok.

Madem ki yazı sosyal medya faaliyetimizin önemli bir parçası, şu kullandığımız dile önem versek de, daha özenli yazsak diyorum?

Dil, iletişimin bir numaralı aracıdır. Her araçta olduğu gibi dilin de bakıma, korunmaya ve geliştirilmeye gereksinimi vardır. Buna dilde özleşme diyoruz ve özleşirken kendi doğal seyrine katlanıyoruz.

Ancak, ani ve gereksiz müdahalelerle piyasaya salınan sözcükler, hormonlu domates gibi göze/kulağa hoş gelse de, tadı/anlamı aklımızı bulandırmaktan kurtaramıyor.

Bir zamanlar, (internetin ilk kullanıldığı yıllarda) msn dili diye özenti budalalığı bir dil türetilmişti. Yabancılar ülkemize geldiğinde, dilimizi bir miktar öğrenip de kendi öz dillerinin aksanıyla karıştırınca tuhaf bir telaffuz çıkardı ya? “Ben var yapmak…” gibi. Bizim msn'ci tayfa da kendini yabancı gibi sunma kaygısıyla olsa gerek, öz dilini (aşağıdaki örnek sözcük kırıntılarında görüldüğü gibi) yontmayı dil sanmaktaydı.

Tarkan’ın bir şarkısında dediği gibi, “başkası olma kendin ol” sözü bu tuhaf, özentili sınıfa yönelik bir çağrıydı sanki. O özentili tayfa dediğimiz sınıf şimdi çor-çocuk sahibi ve tarzlarını yeni nesillere çoktan aktarmışlar.

Birbirimize sağır, kör, yabancı, gizemli, tehlikeli, güvenilmez, anlaşılmaz…. ve hatta düşman olarak bakmamız aynı dili konuşamadığımızdan, anlaşılmamaktan dolayı olabilir mi?

Aşağıdaki sözcükler Türkçe’nin hurdalarıdır ve bunları yazanların en çok lise ve daha sonra üniversite mezunu olduklarını biliyorum:

bi yardım (bir yardım)

gircek (girecek)

cıkcam (çıkacağım)

göndercek (gönderecek)

vercem (vereceğim)

yollatıcam (göndereceğim)

cvp gelcek (cevap gelecek)

yollucam (göndereceğim)

yapıcaksın (yapacaksın)

yapıorum (yapıyorum)

saol (sağol)

gitsende kalsanda (gitsen de kalsan da)

izlicem (izleyeceğim)

alıcaksınız (alacaksınız)

kırılıcam (kırılacağım)

konusmucam (konuşmayacağım)

diyer (diğer)

------

“Yorum atanları Retweetliycem” (bu sözün İngilizcesi doğru, Türkçe eki yanlış yazılmış. Bunu yazan 62 bin 200 takipçisi olan bir Türk) (Retweetleyeceğim veya paylaşacağım)
…..
Köpeğine “oğlum-kızım”, çocuğuna “anneciğim”, yeğenine “teyzeciğim”, kızına-oğluna “aşkım”, kadına "abi"… gibi söyleyişleri, dilimizin edebi ölçülerine vurursak, s/empatiyle karşılamak mümkün mü?

Toplumun ortak dilini kim daha kullanışlı hale getirir de periyodik bakımını ve yabancı istiladan korunmasını sağlar? Başta edebiyatçılar, diğer sanatçılar ve üniversite(li)ler. Üniversitelerin sayısal bölümlerinde neden felsefe ve psikoloji dersleri yok? Oysa onlar da mezun olduklarında bir kurumun başına geçerek yönetici olmaktadırlar. Yönetici olduklarında çalışanlarla ve müşterilerle iletişim kuracaklardır…

21.8.18

Engai ilkel toplumu ve ileri (dedikleri) uygarlık

Ne kadar da ortak yanımız varmış!

"Şekeri bilmeyen, inek kanı içen kabile!

Engai ismi verilen tek tanrılı inanca sahip olan, toplum kurallarını yaşlıların koyduğu, aralarında anlaşmazlık çıktığında kavga etmek yerine küçükbaş ve büyükbaş hediye etmekle sorunlarını çözebilen, özel barış yapma ve özür dileme seremonilerinin olduğu(cmk:253-254-255), hayvanlarının göç ettiği zamanlarda diğer bir ülkeye göç eden, küçük çalı-çırpı ve sığır dışkıları ile yaptıkları evlerinde turistleri ağırlamayı seven, ilkel bir kabile Masailer.

Evlerinde tek göz odada anne, baba, çocuk yatarken, evlerinin girişindeki küçük boşlukta da hayvanları kalmakta.


Dini törenlerde hayvanlarının kanını içen (bizde sokakları akıtma farkıyla) kabile, turistlerin ziyareti esnasında son derece cana yakın ve insan canlısı (misafirperverlik şanı) bir yapıya sahipler. Kadınları daha çok evde incik boncuk işleri, evlerin inşasını üstlenirken; erkekler ok, mızrak ve avcılıkla ilgileniyor.

Masailer bir tek tanrıya inanırlar. Enkai veya Engai ismini verdikleri tanrı bunlardan biri Engai Narok olan cömerttir Engai Nanyokie ise kincidir (bizde tanrı iradesini yansıtan şeytan ve melek gibi).

Yuvayı dişi kuş yapar:
Masai evleri kadınlar tarafından yapılıyor. Bir kadın evlendikten sonra evini tek başına kendi çabasıyla inşa ediyor (biz bu konuda daha ileriyiz çünkü kadın inşaatta çalışmasa da, evde 7/24 hizmete hazırdır). 10 metrekareyi geçmeyen içinde oda olarak nitelendirdikleri 2-3 bölmesi olan, tuvalet ve mutfağı olmayan, odanın tam ortasında ateş yakılan bölümü mutfak olarak kullanan ve minicik 2-3 ufak göz camları olan evler buralar.

Masai erkeklerinin ne kadar çok ineği varsa hayvan oranında birden çok kadınla evlenme hakları oluyormuş. (nispeten benzeriz).


Kenya’daki Masai kabilesi yardımseverdir; 11 Eylül saldırılarını öğrendikten sonra ABD’ye yardım olarak hangisinden 14 tane bağışlamıştır? (kim milyoner olmak ister sorusu)
Sorusunun Doğru Cevabı : İnek

--------------------------------------------
/Googleden bazı kaynaklardan derleyerek özetlemedir.
https://www.sabah.com.tr/turizm/2013/02/13/seker-tadi-bilmeyen-inek-kani-icen-kabile
http://www.gezgincift.com/afrika-masai-insanlari
http://www.milliyet.com.tr/afrika-da-modern-hayati-reddeden-kabile-gundem-1440854/

4.8.18

YARDIM /bir öykü/

   Gururlu ve yalnız bir kadın apartman merdiveni temizleyerek, iki çocuğunu okutmaya çalışırdı. Çocukları lisedeyken kıt kanaat geçinseler de, üniversiteyi kazanınca zorlanmaya başladı. Düşündü, site yöneticisinden ücretine zam yapılmasını istedi. Yönetici bir toplantı yaptı, zam konusunu apartman sakinleriyle görüşmeye açtı. Toplantının açılış konuşmasında temizlikçinin durumunu, ücret talebinin gerekçesini anlattı.
Konut sahiplerinden sadece bir kişi ücretin artırılmasına, diğerleri aynı kalmasına görüş bildirdiler. Konu kapandı, ücret artış talebi red edildi.
Ücretin artırılmasını isteyen kişi temizlikçi kadınla özel görüştü.
“Ben bir emekliyim, kabul edersen çocuklarının eğitimi için küçük bir yardım yapmak istiyorum” dedi. 


Kadın, “hayır ben yardım değil, zam karşılığında temizliğe ek olarak çöp toplamayı da görevime eklenmesini istemiştim, böylesini kabul edemem” dedi.
Adam, “öyleyse çocuğunun hesap numarasını ver, ona burs şeklinde verelim. Nasıl olsa bütün burslar yine bir yardımdır”. 


Kadın tereddütlü olsa da aklına yatmıştı, teklifi kabul etti ve hesap numarasını verdi.
Gel zaman git zaman, çocuklar okullarını bitirdiler, işe yerleştiler.
Emekli adam bir hastalığa yakalanmıştı. Kadın bu haberi duyunca hemen çocuklarına bildirdi. İki kardeş tarif üzerine hastayı hastanede ziyaret ettiler. Hastanın derdine derman olacak ilacın, adamın 2 yıllık maaşına denk geldiğini, doktorundan öğrendiler. Bir hafta aradan sonra hastayı tekrar ziyaret ettiler, o pahalı ilacı masanın üstüne koyup oradan sessizce ayrıldılar. Adam şaşırdı. Bu kadar pahalı ilacı getirenler kimdi? Doktorundan sordu, cevap alamadı. Çünkü, hasta mahcup olmasın diye doktor tembihlenmişti.
Hasta ilaç ambalajını açtı, içinde bir mektup ve şöyle yazıyordu: 

Sayın amca bey, bizi hiç görmedin ama, senin gönderdiğin burs parası olmasaydı, son sınıfımda harç parasını ödeyemezdim ve okulumu da bitiremezdim. Oysa ben şimdi doktor oldum, kardeşim de subay oldu. Bu ilaçları bulmak bizim için zor olmadı. Umarım sağlığına kavuşursun.
Not: eğer ameliyat olursan ve kan ihtiyacın olursa, lütfen şu numaraya mesaj atabilirsiniz. Bir tabur askerle geliriz.

Mutlu son.


***
Bu sözcüğü ikiye bölüyorum. YAR-DIM. Yar bildiğiniz gibi iki anlamı vardır. Birincisi dere yatağının uçurum dediğimiz kenar kısmı. İkincisi ise, “sevgili”. Yar saçların lüle lüle.
“Dım” ise, damla anlamına gelir. Dım dım akıyor, damla damla akıyor demektir.
İnsanoğlu-kızı hayatta ya uçurumun kenarında risk altında, ya da bir yârin kolları arasında güvende yaşar.
Yardım için, “sevgiye çalan damla” diyoruz. Damlaya damlaya göl olacağına göre, yardımın istikrarlı olması hayat kurtarabiliyor.
Hacda şeytan taşlamaktan ve bir haylaz dilenciye sadaka vermekten daha sevap değil mi? Takdir sizindir, sevgiler ve saygılar…/zihni örer

2.7.18

tecavüz sapıklığı ve ceza kavramı


Doğduğum yörede Çerkezler gelişmiş kültürü diğerlerinden daha duyarlı/yatkın yaşarlar. Rahmetli Babamın, işi gereği onlarla sık muhabbetleri olurdu. Çocukluğumda duyduğum şu söz onlara aittir:
"Türkler çocuğun eline cam bardağı verirler, çocuk bardağı kırınca da onu döverler".

Kaçırılan, tecavüz edilen ve öldürülen kız çocuğu tüm toplumun değilse de, politikacıların ortadan ikiye böldüğü bir parçanın yüreğini parçaladı. Sosyal medyadaki lanetlemeli tepkilerden anlıyoruz. Diğer parçanın bu konuda ne düşündüğü, hatta düşünüp-düşünmediği merak konusu?


Böyle bir çetrefilli/çok yönlü bir olayın köküne inildiğinde, toplum olarak benimsediğimiz, hatta karşıtlarıyla yarıştırdığımız kültür mayasının çıkacağını bilirler. Şu anda onlar mahcup, utangaç ve hatta bir ihtimal üzgündürler. Ama dışa vuramazlar. Çürük meyveyi misafire ikram eden ev sahibi gibidirler.

Bütün suç tek başına o sapık caninin sırtına yüklenmiş, "onu idam edersek bu cinayetler önlenir" gibi düşünüyor olabilirler. Gerilmiş tepkilerin gazını alalım, gerisi kaldığı yerden devam etsin modundalalar....

Oysa, bireyin işlediği bir suçu tanımlamak için bir çizgiden yürümek vicdana/adalete götürmez bizi. Birey üzerinde toplumun, kurumların ve seçilmiş olan yönetim ve kültürün payları da vardır. Yani birey %50 oranında kendi iradesiyle toplum içinde davranış normunu yönetiyorsa, geriye kalanını da içinde bulunduğu çevre yönetiyor.
Dolayısıyla, bireyin işlediği suça idam cezası vermek, bireyin dışındaki sorumlulukları görmezden gelmek demektir. Kaldı ki, yaşam kalitesi bakımından bizim gibi 3.4. sınıf toplumlarda idamın suçu önleyecek tek yöntem olarak benimsenmesi de normal sayılır. Bunun tercümesi başka anlamda şudur:
vahşi doğa kanununda en geçerli kontrol yöntemi KORKUTMAK ve korku salmaktır. Bunu anladığımız gün sınıf değiştirmemiz bu kadar zor olmaz.

25.6.18

robot seçmenle vatan kurtulmaz



Oy verecek robota değil, düşünen özgür insana yatırım yapmak.
Demokrasinin kalitesini belirleyen seçime katılım oranı değil, oran ne olursa olsun katılanların BİLİNÇ düzeyidir.

Dünya toplumlarının uygarlık yarışında kullandıkları yöntemi bilim adamları/uzmanlar/aydınlar üretirken, bizde politikacıların belirlemesi şaşırtmıyor.
Bizde yaşam kalitesini artırmak amacıyla proje üreten öncüler spor takımları modunda tutulunca ve politikayı da bir eğlence gibi görünce, bu seçimi şöyle yorumlanabiliriz:


Gri ve KoyuYeşil sermaye takımlarının lig ve kupa maçını izledik.
Lig Sonucu: GS:0-KYS:1
Kupa sonucu GS:0-KYS:0, averaj farkıyla KYS galip ilan edildi.
Bu kadar sıradan ve basit.

Oysa hayatı zehir zindan olan bir yığın insan ya çöplüklerde, ya da birilerinin sırtında kene gibi hayatını sürdürmektedir. Toplum tamamen tembelliğe, dilenciliğe, hırsızlığa ve beleşçiliğe alıştırılmıştır. Eğitimin ve meslek edinmenin gereksiz bir uğraş olarak empoze edildiğini görüyoruz.
Özellikle halkın önemli bir kesiminin etnik kodundan dolayı moral katsayısı tehdit altındadır.
Yalnızca bu iktidar dönemi değil, eskiden de bir halt olmadığını biliyoruz.

25 yıllık iş hayatımda ve sonrasında, bütün "sözde demokratik" eylemlerde tanık oldum. Örneğin, bir sendikacı kadro iktidara yerleşmişse, onlar ya ölene kadar, ya da o iş yerinde işçi lehine, işveren aleyhine en küçük bir adım atana kadar, o kadroyu "felek apdo" bile sendikacılıktan indiremez.
Kooperatif yönetimlerinde de böyle, site-apartman yönetiminde de, muhtarlıkta da.... ve dolayısıyla siyasette de aynısı.
Bir aşamadan sonra o kadroyu değiştirmek yerine, o kadronun yalakası olma yarışı başlıyor.
Bir kısım bilinçli kesim "daha iyisi olabilir" öngörüsüyle davranarak yönetimi değiştirmeye kalkışırsa da, yalaka takım dengelerin en kritik yerinde sonucu belirleyen oluyor.

Bu son seçimin belirleyici en temel faktörü, bilinçlerin bastırılması taktiğidir.
Muhalefet kadroları şu andan itibaren, önceden programlanmış robota komut vermek yerine, kitap okuma seferberliği ilan ederek, özgür insan modeline yatırım yapmalı ve bu ilanı işleterek dip dalgası yaratmalıdır.
Bu konuda beyin fırtınası estirmek, bir sonraki yazımın konusu olsun.

24.5.18

bilgiyi bilekten güçlü kılan alıcısıdır






Muharrem, heykel yapacağı kocaman mermerden bir parça koparmak için çekiçle tık tık vuruyordu.

Onu seyreden Erdoğan balyozla yıktığı eski duvarları hatırladı.

Muharrem’in bu nazik vuruşlarını izlerken dayanamadı, usulca yaklaştı; elindeki çekici kaptığı gibi, mermere hızlıca bir darbe indirdi. Döviz fırladı, tl. yere düştü. Kahraman edasıyla sanatçıya dönerek:

"bak öğretmen efendi, sen bu taşı 99 çekiçte kıramadın, oysa ben tek vuruşta kırdım. Gel bana, ders vereyim sana" dedi.

Muharrem, Erdoğan’ın yüzüne baktı, gülümseyerek:

“usta, ordan bakınca öyle görülüyor da, gerçek öyle değil” dedi.

“Nasıl öyle değil Hoca, gözünün önünde kırdım ya?”

"Usta, bazı şeyleri gözle göremezsin, hesap kitap ve toplamda diploma şart. Oysa sen hesapsız ve öfkeyle vurdun, heykeli ortadan ikiye çatlattın.

Kaldı ki bu ucube parçayı kıracak olan son darbe değil, ondan önceki İNCE vuruşların toplamı olacaktı"./zihni örer




13.5.18

anne mi eş mi?

Önce "eş mi, anne mi?" diye sorarlar,
elmalarla armutlar toplanır mı hiç!
Diyelim ki matematik çıldırdı anlağınızda,
yürekler tuzak soruyla kaplanır mı hiç!
"Önce eş mi, anne mi?" diye sorsunlar.
Ben açarım köşeli köşk parantezimi,
"sevgili" çarpanını koyarım sol yanıma.
Biri benim annem olur, diğeri çocuklarımın
/zihni örer/

10.5.18

hangisi öküze benzedi

hangisi öküze benzedi

Kurnazlığın zekayı bozduğu bir ülke/toplum düşünün

İmam ile öğretmen, rakip partilerden Cumhurbaşkanlığına aday olur. Rekabet kızışır. Seçmenin ilgisini çekebilecek ne varsa ortaya dökmeye çalışırlar. Doğal olarak her aday bildikleriyle seçmenin nabzına hitap eder.

İmam, cennetten cehennemden, sevaptan, günahtan... falan söz ederken, öğretmenden daha önemli şeyler söylediğini iddia eder.

Öğretmen de buna karşılık, bu dünyadan, bilginin öneminden, quantumdan, meşru kazançtan, yaşamın zorluklarından, adaletten, işsizlikten, üretimden... falan söz eder.

Propagandanın son günü imam işi sağlama almak için öğretmene haber gönderir. Halkın huzuruna birlikte çıkmayı, hatta halkın hakemliğinde imtihan olmayı önerir.
Mesela der, her ikimiz de tahtaya "öküz" yazacağız, sonra da cemaate danışacağız; cemaat kiminkini onaylarsa, diğeri adaylıktan gönüllü çekilsin.

Öğretmen bu teklifin konusunu gülünç bulsa da, aksi propagandaya fırsat vermemek için kabul eder.
Okuldan bir kara tahta, bir kaç renkli tebeşir getirtir, tahtayı meydanlığa dikerler. Halk toplanır.

İmam, "yaz bakalım öğretmen efendi" der kinayeli ses tonuyla.

Öğretmen renkli tebeşirlerle süsleyerek, resimdeki gibi, gölgeli, yazım tekniğine uygun "öküz" yazar. Bu iş 5 dakika gibi bir zaman alır.

Sonra imam tahtanın başına geçer, toplam 20 sn.de bir öküz kafası çizer. Sonra cemaate dönerek yüksek ses tonuyla sorar,

EY CEMAAT-İ MÜSLİMİİN, ikimiz de buraya öküz yazdık, BAKIN BAKALIM, HANGİSİ ÖKÜZE BENZEDİ?

Okur yazarlığı olmayan halk ne desin?

22.4.18

aşk ve ölüm





-benden nefret et e mi?
Neden?
-ölürsem kahrolmazsın
Siparişle sevmedim ki, emirle nefret edeyim.
-ama kahrolursun!
Öyleyse yalnız ölme.

--------------------------/zihni örer

 
resim google'den

17.4.18

Aşk Sanığı


Fayans çamurunu sıvarken,  hız ile kaliteyi  tatlı bir rekabete sokardım.  Mola,  sadece tuvalet ihtiyacıma bağlı,  kısacık  bir zaman dilimiydi.  Yüzüm hep duvara,  sırtım dünyada olup bitenlere dönüktü.  Son fayansı döşedikten sonra,  kasılan boynumu kütürdetmek için bir sağa,  bir sola döndürürken, balkonun ucuna yakın yerde  bir tuğla ve üzerinde katlanmış bir gazete gördüm. Önünde bir eldiven, yanında ağzı  yere dönük bir çaydanlık, etrafta sigara izmaritleri...
 Dedim ki,  “ulan Hanifi, herkes götünün dahi  kıymetini  biliyor da, sen neden zamana meydan okurcasına hep çalışıyorsun!”
 "O başka, o başkaydı". Fayans doçenti olacaktım ben. Profesörlük bir tık eşikteydi. Bunları düşünürken, merdiven başına doğru bir göz attım ki...  atmaz olaydım” diyeceğim  günlerimin  tetikçisini  karşımda bulmuştum! Bana bakıp, gül yaprağı yumuşakalığında  gülümsüyordu. Oysa Songül'en iyi gülecekti.