22.7.10

“Yaz”ı Yazı-yorum


 akdeniz akşamları | izlesene.com  "suzi1966"ya teşekkürler

Baharı çok sayıkladık ve rüyasından uyanmak çok uzun sürmedi. Bahar uykusuyla “ful şarj” olarak yaza girince, anladık ki zaman miktarı astronomik değil, fizyolojik etkenlerle ölçülebilirmiş.

Toy zamanların palavra yüklü aşk mektupları başlı başına bir edebiyat ürünüydü.
Bunlarda biri,
ey sevgili, bütün denizler mürekkep, bütün ormanlar kalem, bütün gökyüzü kağıt olsa, sana olan aşkımı yazmakla bitiremem.

Evet, arkadaş “bitiremez”! Söz konusu “yaz akşamları”ysa, gerisi teferruat (teferruat kısmı milliyetçi mafyadan çalıntı) böyle durumlarda arkadaşa kefil olmak vaciptir.

“Seni çok seviyorum” demenin usturuplu yolunda aşk nağmesi bir başka notadan çalar.
Divan Edebiyatının “süslü nesir” yığıntıları aç karnına aşkı bile mubah sayar.
“Ne yani, yoksulun aşkı olamaz mı”? türünden sorular karşısında apışıp kalırım tabi.
Ama, koşulların tam takım olduğu durumların sevdası aşka boyun eğdirir de ondan…

Koyu sözcükleri bir arada takım olarak düşündüğümüzde, tam bir “yaz yaşamı”nın joker malzemesi olarak, demek istediklerime sırılsıklam cuk oturur.

Yaz sıcağı, deniz serinliği, orman gölgesi, gökyüzü mavisi ve bunlara paralel yaz ve yazı aşkı… yazı yazmaya aşıkız da, yaz aşkı yazı aşkının üzerinde ağırlık yapınca, nefes almak zorlaşıyor.
Yaz aşkı mevsimlik aşk olarak bilinse de insan, ömürötesi hayat arkadaşına yazın bir başka aşık olamaz mı? Düşünmem lazım.

Aslında alışkanlık olmuş aşk sanki aranan bir duygu potansiyeli!
Dedim ya alışkanlığın zinciri kalın olurmuş. Oysa daha önce de demiştim, aşk değil sevdaydı mum yakıp, ışığında amuda kalkmak istediğimiz durum.
duygu grafiği
Fizyolojinin ruha yansıttığı “haz an”ı ile saat kadranındaki hareket arasında hiç benzerlik kuramazsınız. Tren yolculuğunda pencere kenarından telgraf direklerinin hızla hareket ettiğini, içinde yol aldığınız trenin yerinde sabit durduğunu sanmak gibi olur, baharda geçen zamanlar ve akıp giden zaman duruyormuş gibi olur içinizde.
Derken, gelir yaz, cırcır böceği çalar saz. Kumrular aynı saatte cilveleşir ve “gu gu guk” nakaratıyla, tüm mahalleliye “günaydın” çeker her sabah.
(İpragaz  bayi arabaları da kumrulara eşlik eder “melodik günaydınla”).

Gökyüzünün en duru mavisine serpiştirilmiş yıldızların ne anlamı olur ki, sevgilinin saçlarına ve gerdanına Divan edebiyatı kıvamında takılamadıktan sonra.
Akdeniz otellerinin yıldızlarıyla, mehtabının yıldızları, “yıldızlar savaşında” her akşam.
Ama, bu savaşın galibi sadece sevdalılar.

Akdeniz Akşamları Bir Başka Oluyor
Hele Birde Aylardan Temmuz İse Bambaşka
Sahilde İnsanlar Kol Kola Sımsıcak
Coşmamak Elde mi Böyle Bir Akşamda
İşte Ben Böyle Bir Akşamda
Aşık Oldum

(hayır sevdalandım, sevdam yatay seyir izliyor ve koca yıllar eğip bükemedi, şeytanın kulağına paslı çivi)

10.7.10

Dans ile Oryantal'in "dansı"



Bu yazıyı hazırlarken, bir dans uzmanı ol(a)madığımı belirtmek istiyorum. Ancak, müzik kulağı, ruhu ve eli olan ve biraz da ilgi alanına kıyıdan köşeden giren ve içinde ukte kalan biri olarak, anladığım kadarının genel analizini yapmaya çalışıyorum.

Dans ve Oryantali
İnsanın birkaç çakrasını gıdıklayan, estetik figür düşüncesinin beden üzerindeki izdüşümü olarak anlıyorum.
Dans ve oryantal, daha kadınsı bir gösteri olarak kabul ediliyor. Belki bu yüzdendir estetiğin pazu gücüne karşı rekabeti. Hayatın amacına anlam ve tad katma rolü kadınlara verilmiş gibi hissetteriyor insana. Kadınlar bu durumu nasıl algılar, bilemem?

"Çakra" deyip de geçmeyelim. Sanki, insanın ve hücrelerin kımıldaması için ilk tetikleyici hareket komutunu veren enerji orada saklı. Yalnızca bedenin kımıldama enerjisi değil, aynı zamanda sevincin, coşkunun, hazzın, çılgınlığın… vs. kumanda kolu da çakrada mevzilenmiş.

***
Dans, Fransızca kökenli bir kelime olarak, Avrupai estetik beden figürünü ifade ediyor(muş).
Daha matematiksel yaşayan Avrupalının estetiğe olan yatkınlığı biraz sırıtıyor gibi.

Erotizmin Playboy versiyonundaki sahtelikle, Amerikan güreşi dedikleri, boks pistinde yapılan gösterinin estetikten ve gerçekçilikten uzak olduğu çok açık. Bu sahteliğin, danslarına yansımadığını kim söyleyebilir?

Batı türleri olan, Paso Doble, Flamenko, Bale, Tvist, Mazurka, Break Dance, Rock'n Roll, Vals,
gibi dans çeşitlerinin içinden “Vals ve Paso Doble”yi çıkarın, gerisini çöpe atın.
Ama, Tango, Çarliston, Cha Cha,  Rumba, gibi Güney Amerika ülkelerinin danslarnı bir kenara koyun derim.


Arap amatör oryantali, Hint müzikal dansı, Türk çiftetellisi ve halayı, Yunan Sirtakisi,
insan bedeni ve ruhunun özgürlüğünü nasıl cömertçe ortaya koyduğunun ip uçlarını verir.
Doğulu oryantalci kadınların, batılı dansçılara göre daha fazla çaba ve etkileyiciliği, “varlık" çabasının bu bahaneyle aralanan kapısı olabilir mi?
Öyle düşünüyorum..

Oryantal’in, tek başına doğu oyunu olarak sosyal-müzikal, Oryantalizmin ise siyasal bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Batılıların, doğu kültürü üzerindeki “merceklerinin adına oryantalizm” demişler. Batılının 18. yy.dan bu yana. doğulu üzerindeki çıkar çelişkisine giden, kültürel itiş-kakışta dansın, oryantalin üzerine çöreklenmesini mi sağlanmaya çalışmışlar?

Oryantalist, (Doğulu) bu tip düşünmeyi temsil eden kişidir. Erkeği, güçsüz ama yine de garip bir şekilde Batılı, beyaz kadını tehdit eden kişi olarak tasvir edilir. Doğulu kadın ise çarpıcı derecede egzoteik ve hakimiyet altına alınmaya isteklidir. Doğulu kültürel ve ulusal sınırları aşan bir klişedir./Edward Said öyle diyo.

Tanımın içinde yabana atılacak cümle, hece, hatta harf bile bulmak zor!

BU ve benzeri durumlar az kanıt sayılmaz!
Ancak, bu tanım, dansın oryantale üstünlüğünün değil, Özellikle Orta doğulu erkek toplumunun, kendi yasaklarının altında nasıl ezildiğinin aşağılandığının kanıtı olabilir.

Türk Padişahları’nın genellikle batılı kadınlarla evlenme tercihinin ve sarayda cariye kılığında dansöz beslemelerinin ana fikri hangi duygu ve düşünceye dayanır? Bu da başka bir konu.

3.7.10

ARABESKin kökeni


Düşünceler amaçları doğurur, amaçlar eylemlere dönüşür, eylem alışkanlıları oluşturur, alışkanlıklar da KARAKTERİ belirleyerek, kaderimizi tayin eder./Trion Edwards








Elif Savaş Felsen ile Fazıl Say arasında geçen “arabesk müzik” tartışmasında,

Fazıl Say, özetle şunları demiş:

-Arabesk müzik arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın , çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfetdir. Emek karşıtıdır-duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı “yalan dolanla” doludur. Ortadoğu işi- 3. Sınıf ,acındırmaca-tembellik-yeteneksizlik- rant- çamur-muallaklıklar üzerinden yaşar.

Elif Savaş’ın cevabı:

Müzik piyasası denilen şey, herşeyin piyasası gibi kirli. Konu o ise başka. Arabesk müziğe toptan bir müzik çeşidi olarak karşı olmayı anlamam mümkün değil. Arabesk müziğin çıkışının, sevilmesinin sosyal sebepleri var. Blues, hip hop, arabesk, funk, metal, getto muzik asağılandı mı, aşağilanan müziğin ta kendisi oluyor. İyi müzik nereden, ne gelenek ve ne cins insandan gelirse gelsin, iyidir diyorum


Fazıl Say, Kemalistliğin sol yanından bakan biri olarak diyorsa bunları, Kemalist sistem içerisinde protest müziğin başına gelenlerin hesabını da sormalıdır. Mısır filmlerinden aktarılan arap müziklerine getirlen yasakların sonucunda türemişse bu arabesk müzik, yine Kemalist düzenin acemiliğini ve gereksiz yaskalarını da sorgulamalıdır.
Arabesk müziğin bir altyapı ürünü olduğunu söylüyor olsa da, mağdura mı öfkeleniyor, mağdur edene mi burası belli değil.

Elif Savaş’ın arabesk müziğe yaklaşımını, dindarların yoksul varlığından (sadaka kültürüyle) sevap kazanmayı düşleyen yoksulsevciliğe benzetebiliriz.
Müzik piyasasının ticari kirliliğinden şikayet etmesi kadar, arabesk nedenler üzerinde fikir yürütmesi de beklenirdi.

Söz konusu bu müziğin insan duygusunda bıraktığı izi bir tecih kapsamıdan daha fazla boyutunun olduğunu ıskalayamayız.

İşin bu kısmında konuyu tarihi ideolojik, sosyolojik boyutundan çıkaramayız. Çünkü, bir toplumda icra edilen her sanatın altında bir yaşam kültürü vardır. Aynı zamanda sanat, egemen sınıfın diğer sınıfı  kontrol etme aracı olarak da kullanıldığını bilmek gerek.

Geniş yığınların aleyhine işleyen bir alet olarak kullanılan bir ilgi alanıyla karşı karşıyayız.
Nasıl ki kişilerin din ve tanrı inancını değil, bu inancın sömürü aracı olarak kullanılmasını ve farkındasızlığı kınıyorsak, arabesk yaşamın benzer etkilerine aynı duyarlılığı göstermemiz gerektiğini de dikkate almalıyız.

Arabesk müzik, tarihsel, sosyolojik ve ideolojik kökenden ayrı düşünüldüğünde, kültürümüzde, masum bir müzik türü olarak yerini alabilir. Aslına bakılırsa, bütün müziklerin kökeni belli bir kültürün yansıması olduğu anlaşılır. Ancak, müzik türlerinin insan duygu ve davranışlarında yarattığı sonuç bakımından düşünüldüğünde, arabesk müzik türünün pasifliğe, tembelliğe katkısı daha çok dikkat çekmektedir.

Şu 5 maddelik sürecin sonucundan arabesk müziğin doğuşunu teorik olarak düşünebiliriz

1- Toplumsal yaşam gereklerimizin temel taşı olan varlıkların paylaşımındaki adaletsizlik
2-Adaletsizliğin yarattığı ruh hali ve beklentiler.
3-Gücü elinde tutanların toplumun taleplerini dile getirecek olan örgütler üzerindeki fiziksel, örgütsel ve kültürel baskısından dolayı tepkisini hedefe gönderememekten kaynaklı oluşan boşluk.
4-Baskının sonucunda, geniş yığınlarda zor yaşam koşullarına karşı oluşan duygusal tutum, sindirilmişlik sosyal yaşam fark uçurumu.
5- “ilk 4”e bağlı olarak, İlişkilerde yağcılık kültürü, müzik algısında kadere ağıt, duygusal nötürlenme, sürekli kullanılmaya elverişlilik …

Arabesk kültürün özünde, “yangına ağıt yakmak” ama onu söndürmeyi düşünememek gibi bir anlamsızlık vardır. Ya da yangını gözyaşıyla söndürmek ve suya sabuna dokunmamak… yangını ateşleyen nedenler ve kimlikler , arabesk kültürün ilgi alanına giremez

Arabesk kültür (F.Say'ın dediği gibi), çaresizliğin, çözümsüzlüğün ve boyun eğişin sesidir daha çok. Eğlence sektörü (E. Savaş'ın dediği gbi) bu yoğun benzerliğin nemasını toplarken, (dediğim gibi) bir yandan da düzenin kaymağını yiyen egemen sınıfın işini oldukça kolaylaştırmaktadır.
Cumhuriyet tarihinde protest müziğe yapılan baskılar, nasıl ki egemen ve asalak sınıfın çıkar kaygısının bir ürünüyse, arabesk müziğin başına gelmesi gerekenler de bir uyarılma kaygısı yaratmalıdır.

Cumhuriyet devrimi kültürel dönüşümü hızlandırmak için Arap kültürüne tamamen sırt çevirirken, Mısır sinemasından yansıyan arap müziğini Amerikancılık yandaşlığnın sonucu olarak engelleyemedi. Devrime direnenlerin, halk üzerindeki kültürel kalıtımlar üzerine oturmaları zor olmadı. Bu kapsamda Arap müziğini, batı enstrümanlarıyla çeşitlendirerek, bir arabesk sentez piyasasını oluşturabildiler.
Halk sosyal, kültürel, ekonomik olarak ulusal kaynaklardan payını yeterince alamadığından, mevcut düzen ile barışık yaşayamadılar. Böyle olunca,halkın  üzerlerine bindrilen çeşitli baskılarla (darbe vs.) kendilerini arabesk yaşamın içinde buldular.
Başlığımız,”arabesk yaşamdan doğan müzik”idi. Demek ki, arabesk yaşam arabesk müziğin anasıdır. Asıl sorun Ana-evlat arasındaki ilişkiye müdahale değil, anayı kısırlaştırmak olmalıdır.Sanat egemen sınıf için değil, halk için olmalıdır.