27.5.10

kirve


Hayatta her şeyin bir sonu olduğu gibi, bunun da susacağı bir son vardır elbette.
Birazcık sabır, hepsi o kadar.
Zaten kalmayacak, kısa bir süre konuğum olarak kalıp, çekip gidecek,
bütün "çekip gitmeler" gibi..

Kirve

http://www.zapkolik.com/video/huseyin-turan-kirvem-110138
29-Mys.2010

20.5.10

"kara kader"

Başbakan, maden ocağındaki ölümler için "kader" demiş.

Bir başbakan demiyor ki bunu. Böyle ucuz ölüm ve sürüngenlikleri kaderleştirmek için kaç bakanlığın bütçesi kadar para harcanmıyor mu dini kurum ve cemaat yollarına?

"Kadere karşı gelinmez"!
Hele o bir de kara kader ise!....
kara karanlıktır bir anlamda, ona karşı gelsen ne olurki!

Gözlerin görmez.
Direk cehennemi boylarsın.
Üstelik buranın kara cehenneminden daha da cehennem olduğu enayiliğimize kazınmışsa diğer cehennem, burada yanmaya seve seve(!) katlanırız. Üstüne bir de "tevekkel Allah" diyerek , tevekkel hükümetleri hedeften çekmiş oluruz.

Hani bir zamanlar enflasyona ve trafik salaklığına "canavar" ön sıfatını takarak, sorumluların hedeften çekilip, hedef kararttıkları gibi....

Kara kader kara habere her zaman gebedir. Zaten işe alınışlarında, işe alan taşerunculuk zihniyetinde bir meymanat var mıydı ki! Hükümetler burada da araya taşeron gibi başka hedefler koyarak hedef tahtasını arkadan dolaşmıyorlar mı!

Dünyanın en ucuz ve ölüm istatistiği saptanmış 5. ve Avrupa'nın birinci ülkesinin "kara kaderlisi ise, asla bu derece kaptırılmamalı! "1". lik ve "5". lik....

Tıpkı, ulusal gelirimizi paylaşma adaletimiz sıralamasındaki rekorumuz gibi!

14.5.10

Faşizimin dalgakıranı ve bir müziğin buruk hikayesi

Ağlama Angelita...bu akşam sana ya bir ev alacağım ya da yasımı tutacaksın

romantizmimi azdıran müziğin, El Cordobes’in Matadorluk ünü anısına yapıldığını öğrenince, sevdama kan sıçradı!

“Anadolu'nun terk edilmiş kıraç coğrafyasında kağnı arabalarına koşulan, sırtı nodurdan yaralanmış öküzlerin isminden önce  “..afedersiniz..” ifadesi ve ağır yükün altında düştüğü zaman, kesilip etinin yendiği”ne lanet okurken, Ispanya avare takımının arenada boğa kanı görmekten zevk duyduğu kültür arasındaki fark da düşündürücüydü.

Ispanya’daki Franko Faşizminin dalga kıranı, masum insanların yönünü kendine nasıl çevirebildiğinin öyküsü var bu müzikte.

Sanırım 1970’li yıllarda kamran akkor un seslendirdiği bu müziği Salim Dündar Ispanyolca'dan çevirmiş olmalı(?) O yıllarda (Franko’nun da ölümüne sevinme yılı) sözleri değiştirilmiş, adam akılı bir aşk şarkısına döndürülmüştü. Bu dönemde nino de murcia –“seni beklerim öptüğüm yerde” diyerek bir anlamda Ispanya versiyonunun günahını çıkarmaktaydı. Daha sonraları Nilüfer bu şarkının türkçesiyle, Franko’nun mezarına bilerek ya da bilmeyerek tükürmekteydiler.

** *
Her iki yorumun simgeleri ve sözleri fazla söze gerek bırakmıyor.



Seni beklerim öptüğün yerde
Belki bir akşam dönersin diye
Belki dönersin eski günlere
Dayanamadım yazdım ben sana
Dargınlık bitsin cevap yazsana
Beraber olalım ömür boyunca
Dağlara şimdi akşam çöktü
çiçekler boynunu büktü
Hepsi sensiz öksüzdü
kuşlar yuvaya döndü
Senin şehrine yolcular vardı
şafakta gemiler hep demir alır
Seven sahilde hep yalnız kalır
Kıskanırım seni o yolculardan
belki seversin birini diye
Mektubumu sen sen oku bana
Dağlara şimdi akşam çöktü
çiçekler boynunu büktü
Hepsi sensiz öksüzdü
kuşlar yuvaya döndü
Seni beklerken duydum annemden
Saklarmış veda mektubunu benden
Evlenmişsin şimdi bir esmerle




Kordobanın korkulu sokağından
Ünün yayıldı bütün dünyaya
Madrid boyandı kırmızı kana
Sen sen gelince bu güzel bir ara
Güneş bile senden renk alıyor
Alev alev gök sanki yanıyor
Parlayan canlı gözlerin
Fethetti bütün arenayı
Dövüşün zamanı geldi
Heyecan sardı sahayı
Gölge ve güneş raksediyordu
Ayaklarının altında senin
Fırtına gibi saldırıyordu
Korkuszudn herkes biliyordu
Herkes onu biliyordu
Ölüm bile senden korkuyordu
Sivri kılıcı ona saplarken
Coşkular her yerinde çınkladı oley oley sesleri
Madridde her yer titredi
Sonsuzluk zafer neşesi
Toledo Barselone Sevlle Linares
Kutluyor seni Manuel Benites
Kalplerdesşin artık
el Cordobes
El cordobes

***


yasımı tutacaksın da şöyle anlatılıyor :

1954'lü yıllar. Elcordobes o yıllarda 18 yaşındadır. General Franco'nun koyu bir faşizmle ülkeyi yönettiği, baskının, açlığın halka dayatıldığı zulmün yaşandığı yıllardır o yıllar. Halk isyan içindedir.

"Yaşam koşullarını protesto amacıyla gösteri yapan Asturias maden işçileri Franco İspanyasında yasak olan bir silahı kullandılar. Grev ilan ettiler. Endülüs'te, ekmekle yetinemiyeceklerini ve ülkelerine yağan nimetlerden pay istediklerini söyleyerek…..

Benitez’in Ablası Angelita şöyle anlatıyor:
"Aç kalmadınızsa açlık nedir bilemezsiniz.O günler aklıma geldikçe hala ağlarım.O zamanlar elimizden gelen tek şey ağlamaktı.Gece yatarken ağlardık çünkü yiyecek birşey yoktu.Sabah ağlardık çünkü gene yiyecek birşey yoktu...Adamlar sokaklarda yolun ortasında düşüp ölürlerdi...Yaşamımız boyunca çok acı çekmiştik ama savaştan sonra çektiğimiz günlerdeki acılar hepsini bastırdı."

Annesi ölünce üç kardeşine Angelita bakmaya başlar.On altı yaşındaydı ve ailesinin bütün yükü omuzlarına yüklenmişti...Kardeşlerini besleyecek, bakacaktı...Annesinin mezar taşına şu sözcükler yazılmıştı: "Vasiyetnamesiz Ölmüştür."
Böylesine bir yoksulluğun içinde büyüyen Manuel Benitez,yıllar sonra, cesareti, yeteneği ve olağanüstü azmiyle İspanya'nın en büyük matadorları arasına adını yazdırmayı başaracaktı... (“Bir sezonda 111 boğa güreşine katılarak Juan Belmonte'nin 109'luk corrida'lık rekorunu kırdı. yalnızca Ağustos ayı içinde 64 boğa öldürerk 35 milyon peseta yaklaşık 600 bin ABD Doları kazandığı sanılmaktadır”/vikipedi).

Yoksulluk günlerini hiç unutmadı,ablası Angelita'yı hiç ihmal etmedi...
Büyük ve tehlikeli bir dövüşten önce,kensdisi için ağlayan ablasına şöyle demişti:

"Ağlama Angelita...bu akşam sana ya bir ev alacağım ya da YASIMI TUTACAKSIN."/kaynak

 “İspanya İç Savaşı, 1936'da bir grup milliyetçi generalin seçilmiş Cumhuriyetçi hükümet karşısında darbe düzenlemesi ile başlamış, 1939'da General Franco liderliğindeki milliyetçilerin zaferiyle sonuçlanmıştı. Bu kanlı savaşta üç yıl içinde 350 bin kişi öldü, öldürüldü. Savaşın sonunda zafere ulaşan ve iktidarını sağlamlaştıran General Franco'nun faşist rejimi 1975 yılında ölümüne dek sürdü.

Yujenu, Franco rejimi sırasında sol kanat görüşlere sahip oldukları için öldürülen, ya da hapsedilen ailelerden alınan yaklaşık 30 bin çocuktan biri. Yujenu Oblana, çocukluğunun geçtiği Grave’nın sokaklarında geziniyor. Kendisini dinlemeye hazır olan herkese acıklı öyküsünü anlatıyor. ‘Yaşlandım!’ diyor; ‘Tazminat beklemiyorum, geride bulacağım bir ailem de kalmadı; sadece, insanların bilmesini istiyorum.

‘Rahipler, hükümeti deviren faşistlerle tam bir işbirliği içindeydi, sübyancıydılar; onların yüzünden ateist oldum.
İspanya’da iktidarda olan sosyalist hükümet, yeni bir yasa geçirdi. “Tarihsel Hafıza Yasası” Franco rejiminin infaz ettiği kişilerin ailelerine tazminat verilmesini öngörüyor; ancak Montzi Almengo, yaşları artık hayli ilerlemiş olan kayıp çocukların, ailelerinin izini sürmek ve hayatta kalan birini bulmak için pek de zamanları kalmadığını söylüyor
Franco rejiminin destekçileri, tarihin bu sayfasını kapatmamız gerektiğini söylüyorlar; ama bir sayfada neler yazdığını okumadan kapatmak, aptallık olur.

* * *

seni beklerim öptüğüm yerde ve cordoba'nın akıttığı kan müziğinin değişik yorumları:

http://www.youtube.com/watch?v=yPk0QD8Xnaw
http://www.youtube.com/watch?v=grSaZCaLSAY&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=36W6luhQFjM&NR=1
http://www.youtube.com/watch?v=3SSBPmzriMI&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=v633ylB-z6E&NR=1
http://sonerium.org/el-cordobes-cordobali-adam-ve-sarkisi.html (melodi)

12.5.10

unutma beni-amatör müzik

video kaldırıldı


Sloganım ve iddiam şudur:

Amatörlüğün heyecanı, profesyonelliğin ticaretinden daha sanattır.

9.5.10

ANNELER GÜNÜ

iki büyük nimet : Sümer Ezgü'den

Bence de kutlu olması gerek:)
ama kuru iltifatlarla değil somut haklarla...

Anne önce “kadın” iken çeşitli araç-gereçlerle asırlar boyunca sindirilince, koşulsuz “fedakarlık” kadın doğasına çaktırmadan ya da çoğunlukla zorla monte edilmiş.

Böyle olunca da, kemiksiz dilin çok kolay ürettiği iltifatın karşılığı, kemikli kasların zor koşullarda, bir yığın enerji, uykusuzluk ve yorgunlukla ürettiği değerlerle değiştirilmekte.

Anne, acınacak ve koruncak mağdurluk sıfatıyla özdeşleştirilmemeli.
Emeğinin miktarı, kalitesi ve önemi bilindiğinde, karşılık olarak diğer alemde ayağının altına (sanal) cennet sermek yerine, yaşarken gözünün önüne nimet yığmak daha önde olmalı.

Kaldı ki, Anneler doğası gereği, içinde debelendiğimiz “kapitalist ahlakın” tersine, önüne yığılan maddi karşılıkların tamamını dağıtmakla, mutluluğun fabrikasının temelini atmaya yatkınlığından bir şey yitirmez.

Annelik bir meslek, bir emek, bir insani değer, yaşamsal var oluşun önemi, birinci derecede değer arz eden özelliklere sahip iken,
menapoz dönemine giren bütün kadınlar neden emekli sayılıp da tazminatını ve ücretini alamazlar ve sosyal güvencesi bir erkeğin omzuna monte edilir!
Başka kapılarda çalışan hamile anneler hamilelik ve emzirme döneminin tamamında neden izinli sayılmazlar?
O anne doğurup büyüteceği çocuğun, askerlik dahil, içinde yaşadığı servet sahiplerine potansiyel “emek avı” olduğunu bilenler için, bebek iken hiçbir değerinin yok sayılması ahlaksızlık, vahşilik değil de nedir!

Kuru iltifatın maliyeti yok da ondan!
Para, “değişim aracı” olmak yerine, sadece sömürü çarkını döndürmek amacıyla “değer ölçüsü” olmuş da ondan.
Alırken “somut”, verirken “soyut” olmanın çelişkisini hiç olmazsa kendi annelerine gösterenlerden çok ciddi sakınmak gerektiğini düşünüyorum.

anneler günü yıl dönümü
Kadın-erkek eşit olsaydı

3.5.10

İlk “Bahar”ın sonu!

1 Mayıs ile başlayan bir son.

Bu yıl, Bahar’ın nefesi bir başka üfledi.
Yumurta üzerinde avlanan keklik gibi hissediyorum.
Renkler, kokular, fısıltılar, nağmeler, şiirler, umutlar...
büyülü lensini gözlerime, hangi tempoda yapıştırdığını anlamayacak kadar saf iken…

Ey sevgili, (diyesi geliyor insanın)
Birkaç cümleye ve kısa zamana sığdırılamayacak kadar, içi dolu, ateş tutamaklı cümlelerle "bir şarkı" eşliğinde.... bir bahar geçmek üzere! diyesi geliyor...

Bahar’ın son’u 1 Mayıs emekçi bayramı olarak kutlanırken,
éLLa demiş ki, "1 mayis mi o da ne. iscisin sen isci kal ..
isci bayraminda bile isciler calisiyor, patronlar tatil oluyor.. o ates coktan sönmus bile. sen yine de yellemeye devam et.."
Ardından
Taciz
ve tecavüz eylemlerini duyduğumda, birkaç yazıdır sözünü ettiğim, bahar yansımaları olan sevda aşk, sevme-sevişme gibi insani duygulara kuşkuyla bakmaya zorlanıyorum!

Evet, Bu yıl, Bahar’ın nefesi bir başka üfledi. Ama yellemeye devam etmek “ahmaklıktır diyor ella
Sıcaklar bastırıyor, artık yellemeyeceğiz yananlar saman alevi gibi ya için için yanacak, ya da kendi içinde sönecek.