27.6.23

“OKURU BOL OLSUN”

Yeni yayınlanmış kitabın tanıtım yazısı altına, kitap okumanın yararına inananlar tarafından yapılan klasik yorumdur.
 
-Bir kitabın okuru nasıl bol olur?
Tanıtım yazısında konu merak uyandırırsa ve kapak kompozisyonunda “albenioku” mesajı varsa, yazarın tanınmışlığı yüksekse, kitap konusu ulusal çapta taze gündem ise....
Her şeyden önemlisi, kitap okumanın yararına inanan bir toplumda yaşıyorsanız o kitabın okuru bol olabilir.
 
Hatır için kitap okunur mu?
Evet, hatır için de kitap okunur. Arkadaşlık veya sohbet dostluğu kurulan yazarı onore etmek ve biraz da desteklemek amaçlı alınır ve okunur.
Aktif çevresi geniş olan yazarın kitabının okuru bol olur. Mesela bir okulda öğretmenseniz, iş yerinde yönetici veya sendikacısıysanız, yazdığınız kitabın okuru domino taşı gibi birbirini tetikleyerek etkiler.
Genellikle Ortadoğulu toplumlarda bel altı ve akıl dışı konularla (mesela dini içerikli) kitapların okuru bol olur.
Mizah, aşk ve acımtırak içerikli kitaplar çok okunur.
 
Bir kitabın okuru niye bol olsun ki?
Hayal gücü ve sorgulama kapasitesi gelişsin diye.
İçinde bulunulan toplumda bilgi, iletişim kalitesi, sanat ve edebi tutumların, yaşam kalitesine katkısı anlaşılıyorsa, o toplumda, yüksek oranda kitap okunuyor demektir.
Bilgi, kültür ve mesleki liyakat yerine, torpil mekanizmasının yaygın olduğu toplumlarda kitap okuru olmak bir kesim tarafından “ahmaklık” olarak bilinse de, azınlığa göre daha şiddetli ayrıcalıktır. Bu ortamın kitap okuru muhalif olmanın riskini her durumda üstlenen demektir. Çünkü, okumak özgüveni gerçek anlamda yükseltir.

Okuru bol olsun.
Bu biraz da nezaket/niyet gösterisidir ve basit açıklaması şudur:
“ben aslında genel olarak kitap okumam. Okursam da klasikler dururken senin amatör yazılarınla zaman harcamaya niyetim yoktur.
Veya, kitaplarla aram veya param yoktur, bu yüzden beni muaf tut lütfen, ama benim dışımdakilerin okumasını hatırın için isterim.
Bu bir anlamda duadır, dilektir ve böyle platonik kitapseverler de vardır.

“Boş zamanlarınızda nelerle uğraşırsınız?
Boş zamanlarımda yemek yerim, kitap okurum, müzik dinlerim.
Du bir dakka! Boş zamanlarında yaptığın eylemler, dolu dediğin zamandakine bin çeker.
Enerji toplamadan yerinden kalkamazsın. Aç karnına aşk olmaz. Öyleyse yemek, iş yapmak için asıldır. İşi becermek için de bilgi ve moral asıldır.
Kitap bunları sağlamaz mı? Öyleyse neden boş zamanların dolgu malzemesi olsun kitap? Yani olsa da olur, olmasa da... türünden bir şey mi?

Elin adamı (uygar dünyanın adamı) atelyedeki tezgah başında veya memur bürosunda çalışırken bile müzik dinliyor. Lüksemburg’da Fabrika müdürünün buluşudur bu proje. Atelyeye müzik kolonu tesisatı döşetiyor ve bir merkezden müzik yayını yönetiyor. Her ay, çalışanların müzik zevklerini anketle ölçüyor ve çalışanların zevklerine göre müzik türü sağlıyor.
Amaç, çalışanların moralini yükselterek, verimin arttırılmasını kışkırtmaktır.
Demek ki müzik, özellikle kitap okumak boş zamanların dolgu malzemesi değil, genel performansın temel gıdasıymış.
 
Yazarının hatırı için kitap okunur mu?
Okunur bazen. Yararı şudur:
Durgun bir göle taş atarsınız, taşın düştüğü yerde bir çember oluşur. O çember büyüdükçe, gölün kıyısına kadar genişler.
Sözüm ona yeni yazılmış bir kitabın dikkat çekmesini ilk tetikleyenler, yazar popülerse yazarın adı, yazar (benim gibi) garibansa yazar ile hatır gönül ilişkisi kurarak, kitabı ilk okuyanların olumlu tepkileridir.
Bunlar çok değerli kültür elçileri, hatta yazara not veren öğretmendir. İster bol not vererek okunmasını sağlar, isterse o kitabı kebap kömürünü tutuşturmakta kullanır ve doğada yer kaplamasını önler.

Resimler:
Özgür Sanat Dergisi’nin 3 aylık 2023 Haziran sayısının 81. Sayfasında “Kitap ve Sapık” başlıklı bir öyküm yayımlandı.
 
Sevgili Seyla Kayı "Alanya'da Liebe" kitabımızı görünce, hedefe direk kilitlenen füze gibi, şu resimdeki mesajı bırakmış:
"Yüreğinize kaleminize sağlık, bir kitap kurdu olarak alınacaklar listeme ekleyeceğim". Demiş. Ama, “okuru bol olsun" dememiş:))
Bu (ortadaki) resimden kartpostal yaparak, bayram tebriği niyetine zarflara konulup, yaymalı:)

***

Yakın zamanların en dikkat çeken kitap yorumlarını arz ediyorum:

Yeşim Türker:

....  Ama binlerce kitap okumuş ve okuyan doktora yapmış biridir.

Okuması tek taraflıdır.  Ne demek istediğimi şöyle açıklayayım.  Sizin kitabınızı aldım ' Iş Eş Aşk Sanığı '. Kapak önsöz ve arka kapaktan üç aşağı beş yukarı bir fikir edindim.  Kendi çapımda bir hipotezim oldu.  Bu kitap ....... hakkında olmalı diye.  Okurken sentezlemeye başladım.  Nasıl mı yaşanmışlıklar ile , bilinç altındaki diğer bilgilerle ve gerekirse acaba mı diye sorduğum sorular ile ilgili karıştırdığım kitaplar sizin bana aktardığınız bilgi ile sentezlenmeye girdi. Kimi yerde yok canım dedim. İşte orda karşıt düşünceler devreye girdi.   Sonuç olarak  bir anti tez ürettim.  A şahsi mı haklı B şahsi mı, ya da toplum değerleri öğretirken acımasız gibi.  Kendi çapımda bir anti tezim oluştu. 

Bu tarz okumanın faydası nedir?  Yorucudur beyni fazla uğraştırır.  Nöronlar bilgiler arası bağ yaptığı için beyin çapı büyür.  Her sunulan bilgiyi doğru kabul etmez araştırır.  Ve en önemlisi herkesi her şeyi okur.  Karşıt fikirler bile önemlidir.   

.........

Zihni Örer  hocam kitapla ilgili konuşmak istediğim çok şey var. Çok güzel sohbet konusu olacak şeyler.  Ben çok beğendim kitabınızı ve bir şekilde  değerler eğitimi kaynağı oldu bana.  Sizi gördüğümde uzun uzun anlatacağım ... çıkarımlar olmayan okumak lafı güzaf gibi oluyor. Toplumumuzda okumak ve okuduğunu anlamak  kavramının içi bomboş. Ne yazık...




7.6.23

"Alanya’da Liebe" Roman çıktı

 "Alanya’da Liebe" Romanı gerçek kişiler dinlenilerek yazılmıştır.

Roman, ana tema olarak 2 bölümden oluşmaktadır: Adem’in Petra ile tanışmadan önceki hayatı, Petra ile tanıştıktan sonraki hayatı.
  Çiftçi Adem Liseyi beldede okuduktan sonra köyüne dönmek istemez, hayatını Alanya’da binbir zorluklarla sürdürmeye çalışır. Askerlik öncesi ve dönüşünde de ısrarla denediği halde üniversiteyi kazanamaz, iş bulamaz, hayatına bir düzen kuramaz…. "Asılırsan da alaman ipiyle asıl" halk deyişine kapılarak, Alman Petra ile tanışır.

Petra
242 sayfa olan kitabın 123. sayfadan sonrası, Petra’nın Almanca olarak yazdığı kaba anlatımlar, Google çevirisi ile edebiyat diline dönüştürüldü.
Roman büyük oranda gerçek yaşamdan alınmış olsa da, bazı bölümlerinde bağlantılar kurgulanarak daha anlamlı hale getirildi.  
  
Roman’ın as kahramanlarıyla nasıl tanıştık?

Kahramanların bir kaçı yaşadıkları maceralarda yerel "mafyamatik" örgütlerle, diğerleri de “eşine şiddetten” dolayı mahkemelik olurlar. 
O mahkeme dosyalarında görevli olmam nedeniyle tesadüfen tanışmış olduk. 
Hikayeleri “tam romanlık” olduğu kanısıyla, tarafları özel zamanlarımda dinledim ve bu kitabı 2 yılda yazdık.
 
Kitap kabaca ne anlatır?

Sembolik olarak, Anadolu'nun abazan ve yoksul erkeklerinin yabancı kadın ile evlenerek, “kapağı Avrupa'ya atma” hayallerinin ön macerası da denilebilir. Köylü gençler turistik kentlerde tecrübeli ve paralı Alman kadın kovalarken, bizim romandaki hikayede gerçek bir aşk vardır.
Oysa Adem’in karşısına çıkan Alman Petra çoğu Avrupalı kadınlar gibi kendisine hizmetçi abazan genç erkek değil, gerçek ve doğal süreçte gelişen aşk bulduğunu anlatır.
Gerçek bir Aşk ama, sosyolojinin kültürel gen uyuşmazlığı bir türlü yakasını bırakmaz.
Bu “bırakmaz” sözcüğü belki de bu romanın 2. Ciltini yazdıracaktır bize. Petra öyle istiyor çünkü. “Bu hikaye burada bitmez” diyor. Hatta “ben bitti demeden bitmesin” diyor.
Kim bilir, belki bir film yapımcısı romana talip olur da sinema filmi yapar. Petra ise böyle bir filmde başrol oynayacak kadar kültürlü, gösterişli ve yetenekli bir kadındır. “Bakacağız” (Petra bu sözcüğü çok sevmişti).
Son olarak, bu romanda iyi bir dil bilimci bir çok yazım hataları bulabilir. Biraz zorlasam kendim de daha sade yazılmasını gerçekleştirebilirdim. Fakat, olayların macera yönü, romanımızı biraz da şımarık bırakmayı gerektirdi. Yanılmıyorsam, Bertold Brecth’in bir kitabında okuduğum bir hikaye tam da bu tür mıncıklamanın, eşyanın doğasına aykırı olduğunu anlatır.
Şöyle:
Site yönetimi bahçedeki bir ardıç ağacına şekil vermesi için bahçıvanı görevlendirir. Bahçıvan makası eline alır, çıkıntılı dalların uçlarını keserek işe başlar. Site sakinleri ağaç tıraşını izlerken bahçıvana her kafadan bir komut verirler. Biri der ki bu yanı uzun kalmış az daha kes. Diğeri der ki bu kez de burası uzun kalmış buradan kes.... Bir o yandan bir buyandan dengeleyip düzelteyim derken, bir de bakar ki ağacın dalları gitmiş, başında güdük bir görünüm oluşmuş.
Yönetici bu manzarayı görünce, eyvah demiş; keşke estetik saplantısı uğruna doğal haline hiç dokunmasaydık.
İşte bu düşünceyle, romanı bir aşamadan sonra fazla mıncıklarsam, doğasını bozmaktan korktum.  İddialıyız.