13.9.10

REFERANDUM SONUÇLARINDAN YAŞAM KALİTEMİZE..

12 Eylül 2010 referandum sonuçları bilindiği gibi, %58 evet, %42 hayır oylarıyla belirlendi.

27 adet anayasa maddesi taslağının değişmesi olarak ortaya çıkan bu sonuçtan, toplumun farklı kesimlerinin beklentileri yine farklı oldu.

AKP (akparti) bu 27 maddelik içeriği öyle ayarlamış ki, farklı beklentileri dikkate alarak, çoğunluğu sağlamayı hedeflemiş ve amacına başarıyla ulaşmıştır.

27 maddelik yasa taslağını tek tek incelediğimizde, özet olarak söylersek:

10 ve 41. madde,
çocukları ve kadınları korumakla ilgili, daha önce mevcut yasadan çok da getirisi olmayan maddelerdir. Öyle ki, daha önce dediğim gibi, hakim kültür olan din kaynaklarındaki kadın-erkek eşitsizliğine bir kültürel eylem yapılmayacaksa, bu madde, kadın duyarlılığını istismardan öte geçmeyecektir.

51,53,54,128,129. maddeler,
memur sendikalarının örgütlenme hakkıyla ilgili. Önceden örgütlenme hakkı olan işçi sendikalarının sendikasız (sözleşme hakkı bulunmayan) memurlardan daha vasat olduğunu düşündüğümüzde, pek bir kazanım olduğu söylenemez.
Ancak, hak ile ilgili daha ciddi kazanımlar düşünülebilirdi. Örneğin, KPSS gibi bir sınav ile, üniversitelerden alınan diplomaların "hiç" sayılması gibi bir anlayışın yok edilmesi gibi…
Avrupa ortalamasının dörtte biri dahi olamayan üniversitelileşme oranımızla, bu kadar eğitimli işszilerin barındırılması çelişkisini ortadan kaldıran işsizliği önlemek önceliği ortada dururken!...

KPSS curcunalı memurluk bile örgütlü işçilikten daha avantajlı olduğuna işaret eder!
Bir de taşeronlaşmanın hızla yayıldığı bir ülkede, mevcut yasalara rağmen, köle sisteminin rahat uygulandığını yaşayarak görmekteyiz. (Bunun hikayesini örnekleriyle daha sonra yazacağım.)
Burada örgütlülüğün "gereksizlini" söyleme gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Elbette örgütlenmenin önemi büyüktür. Burada sakat olan şey, örgütlenme hakkına karşılık, örgütleri baskı altında tutma yöntemlerinin daha da güçlendiriliyor olması. Bir koyup üç alması...

84,94. maddeler,
Milletvekilleriyle ilgilidir ki, bu gidişata göre halkı çok da ilgilendirmez.

144,146,149,159,25,26,27.
sıradaki maddeler, Anayasa Mahkemesini kontrol altında tutmak isteyen hükümler içermektedir.

Resmi kurumlar, her ne kadar burjuva devletinin ve egemen sınıfın iktidarına hizmet ediyor olsalar da, Üst mahkemelerin verdikleri karar örneklerine baktığımızda, halk nazarında, diğer kurumlara göre en güvenilir olduğu söylenebilir. Bu mahkemelerin “Kemalist örgütlenme” görüntüsü, hatta, muhafazakar kesimde “alevi örgütlenmesi” gibi tanımlanmaları, Müslüman dindar cemaatleri oldukça rahatsız etmekteydi.

AKP’nin bu kuruma çomak sokmasındaki en büyük etkenin, bu anlayıştan kaynaklandığını düşünebiliriz. Bu amaca hizmet –oy- sağlatmak için diğer maddelerin birer yem olduğunu düşünmek abartı sayılmaz.
Kemalist bir zümre elbette toplumun sırtında ayrıcalıklı yaşamamalıdır. İşte bu yüzden burada dediğim gibi, “NERDEN BULDUN” yasası çıkarılsaydı, bu iş de kökünden çözülecekti. Herkes adını kimliğini ne koyarsa koysun, önemli olan sağlanan ayrıcalığın değerini sorgulanmaktı cemaatlere kadro ayarlamak değil.

125,145,184,156,157.maddeler,
ise askeri bürokrasiyi dizginlemek için hazırlanmış maddelerdir.

TC tarihinde, sivil politikacıların beceriksizliği, ilkesizliği, iki yüzlülüğü, cambazlığı, kestirmeden mevki ve servet elde etme acelecilikleri ve ahlaksızlıkları… gibi sayılabilecek bir sürü nedenlerden dolayı, askeri darbecilerin kirli amaçlarına çok ciddi alt yapı oluşturdukları bir gerçek. Bu çetrefil ikilemde halk oyu-istatistiği, orduyu “en güvenilir kurum” dahi gösterme acizliğine düşebilmişti.
Bu maddeler, askeri darbeler tarihini kapatmış olsa da, orduyu “en güvenilir” kurum ilan eden bu halk, aynı zamanda “en güvenilmez” olduğunu tescil etmiştir bu referandumla!
Böyle halkın kararı tabu mudur şimdi? Bu ne yaman çelişkidir ki, önlerine ne konulsa, koyan iktidarda ise “evet” diyebiliyorlar. Hem birbirine zıt iki öneriye de evet diyen bir halk!
Oysa askeri darbe hiçbir anayasada meşru kabul edilemez. Öyleyse, altyapı fırsatını verenleri mercek altına almak, bataklıkta sinek avlamak değil, bataklığı kurutmak gerektiğini düşündürür

Dokunulmazlıkkkkkkk!

Bu ülkede, bir konuya felsefi yaklaşımı engelleyen, felsefeyi, hatta aklı öcü gösteren bir öğreti gücü var. İmanı ve nasihatı, ulemayı, hayatın kılavuzu kabul eden önemli bir güç var bu ülkede. Bu güç ile demokrasi kültürünü en verimli şekilde kullanamayacak önemli bir kitle var. Tellibaba’dan medet uman bir yığın insan var. Bu insanların “evet”i ya da tayin edeceği hükümet üyelerinden nasıl bir yarar umulabilir ki?

ANAYASA TASLAĞININ ÖNCELİKLERİ AYNI ZAMANDA, BİR TOPLUMUN YAŞAM KALİTESİNİ BELİRLEYEN ANA VERİLERDİR.

Yaşam kalitesinin önceliklerini dikkate almayan dolaylı yollara meşgul eden maddeler, toplumun büyük kesiminin birinci beklentisi olmamalı.
Bir kenara koydum Marksit beklentileri. Yine kapitalizmin fikir babalarından olan Maslow’un teorisiyle karşınıza çıkıyorum. Ve bu teoriyi oldukça önemsiyorum.
İnsan hayatının öncelikleri vardır
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
1. Fizyolojik gereksinimler
2. Güvenlik gereksinimi
3. Ait olma gereksinimi
4. Sevgi, sevecenlik gereksinimi
5. Saygınlık gereksinimi
6. Kendini gerçekleştirme gereksinimi

Yazı çok uzadı biliyorum, ama, özetlemek oldukça zor.

Yine alıntılarla 1. madde ve ardından diğerlerinin kökenindeki gizli çarpıklıkları dikkatinize sunuyorum.

DİE’nin 2005 yılı, Hanehalkı İşgücü Anketi’ne göre. Bu ülkede şu anda, 15 yaş ve üstünde 50,5 milyon insan yaşıyor. Oysa bunların ancak yarısından daha azını ifade eden 23,5 milyon kişi çalışabilir statüsünde sayılıyor. Peki geri kalan 15 yaşın üstündeki 27 milyon insan neden çalışabilir değil? Bu insanların kim olduğuna bakalım: ev kadınları, iş bulmaktan umudunu kesenler ve son bir aydır iş aramayanlar, emekli ve sakatlar, mevsimlik çalışanlar, öğrenciler ve askerlik yapanlar!

Demek ki, ev kadını, kronik işsiz, asker, üniversite öğrencileri, mevsimlik ya da part-time çalışanlar ve diğer “eksik istihdam edilenler” vb.nin neredeyse tamamı gerçekte işsizler ordusunun bir bileşenidirler. Ve toplam sayıları 12 milyonu bulan emeklileri, çalışamaz derecede sakat veya yaşlı olanları ve lise öğrencilerini bir tarafa bırakacak olursak, DİE istatistiklerinde çalışabilir durumda olmayan işgücü olarak gözüken 27 milyon insanın yaklaşık 15 milyonu gerçekte kapitalist sistemin ve devlet politikalarının kurbanı durumundaki işsizlerdir. Bunlara resmi açık işsiz sayısı olan 2,75 milyon insanı da eklediğimizde 18 milyona yakın bir gerçek işsizler ordusuyla karşı karşıya kalırız. Sonuç olarak 15 yaş ve üstündeki 50,5 milyon insanın yarısından biraz azı, 18 milyon insan, şu an işsiz durumdadır. İşte kapitalizmin tarihsel zaferi!
MT

***

2005 rakamlarına göre, ülkemizdeki en fakir 12,5 milyonluk nüfus dilimi toplam milli gelirin yüzde 6,1'ini alırken, en zengin 12,5 milyon kişi ise toplam gelirin yüzde 44,4'ünü almıştır. Yani arada neredeyse 8 kat bir gelir farkı var.
20'lik gruplarda, en yüksek gelire sahip son gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,7 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 5,8 düzeyindedir. Yani en zengin gruptakilerle, en yoksul gruptakiler arasındaki gelir farkı 8,1 kattır. Bu fark 2007 yılıyla aynı…
OD
Yaşam kalitesi bakımından, dünyada 250 ülke arasında (büyük şehirler sıralamasında) İstanbul'un 114. sırada olduğunu da göz önüne getirisek, daha geniş perspektiften bakmış oluruz.

İŞTE SİZE ASIL ANAYASA TASLAĞININ MALZEMSİ.