26.7.09

TATİLAT

TATİLAT, mekanda tatil ve evde yeniliğin kısaltması olarak Türk edebiyatına bir armağanım olsun bu kelime:)

Evimizin oda içi dekorasyonu bekar (ya da tatil) evi görünümünden kurtarıldı sayılır. Tatlı yorgunlukların çoğu bitti. Resimler çekmek isterdim ama, “görgüsüzlük”le “sevinç ortaklığına davet” kavramlarının çakışması frenledi.
Söz konusu resimler, “her ne kadar Dianne Dengel'in "Home Sweet Home’dan epeyce sınıf farkı olsa da, bizde “mutluluğun resmi” çabalarımızın ürünü oldu.
Sıra mutfakta yeniliğe geldi. Bir de iç kapıların değişimi, salonun dolap-bar projesi… vs.

2009 yılımız geçen yıllarımızın birçoğundan hareketli ve de verimli ve de eğlenceli geçiyor (şeytanın kulağına kör kurşun).

İki çocuğumuzdan Kızımız Konya Selçuk İşletme 2. sınıfa geçti, İşletme Hakimliği hedefliyor, ona göre sorumluluk çıtasını yüksek tutmakta.

Oğlumuz Ankara Tıp hazırlık bitti, birinci sınıfı bu yıl okuyacak.
İkisi de sınav kıskacından kurtulunca, yerçekimi bizime evde yön değiştirdi.

Çocuklarımız artık “bebeklikten” (çocukluktan) çıktı, eğitim ve kariyer programları kendimizce otomatiğe bağlandı, artık onlar ağır misafir gibi ağırlanmalı. Onların bütün davranışları artık yetişkin insan, bağımsız birey ağırlığıyla karşılanmalı düşüncesindeyiz.

Sevgili(m) eşimle romantizm kasetimizi yeniden başa sarmaya başladık. Kaset mi kalmış ortada onu CD’ye dijital ortamda aktarıp, ömrünü olabildiğince uzatmak heyecanındayız.

Alanya’da yaz bu yıl biraz daha güzel. Bu güzelliğin bileşenlerinin bir kısmı, yukarıda sözünü ettiğim ailevi düzene bağlı olduğu gibi, diğer bir kısmı doğanın cömertliğine bağlanabilir. Yeşili, akarsuyu, hava bileşenlerindeki denge, topraktan alınan ürünlerin çokluğu… gibi.

Hollanda’dan gelen misafirlerimizle geçirdiğimiz iki gün yılın nazar boncuklu günü olmaya aday.
Alanya’nın en şirin müzikal ortamlarından biri ÇELLO BAR.

Özgün ve protest müziğe açlığınız varsa Çello Bar’a, uğramadan geçmeyin. Açlığınız yoksa yine geçmeyin. Geçerken bizi de yanınıza almayı unutmayın. Yoksa öbür dünyada yakanızdan tutarım:))

GRUPARAF

19.5.09

aşk aşın "k" haliymiş

aşk karın doyurmazmış he mi?
aç karnına da aşk olmazmış?

"aşk"sızlıktan kimse ölmemiş ama,
"aş"sızlıktan sürünen sürüden betermiş

Aş “aşk”ın “k” haliymiş
"k"sını kış-kışlarsak olurmuş bu iş.

"aşk" metafizikten yola çıkarmış ama,
“aş"tan da diyalektik mama
varmış bir bildiği diyalek-titiz-min:
"k" ve dahi kapitalizmin

Meta ve fizikler aşçılardan koparılanmış
Gerisini siz, ilerisini ikimiz düşünelim demiş.

hayat "Y"nin sapında kök olurken,
Ye memet ye-yenlerle
Memtçiğin hiç alakası yokmuş.

aşk "Y"nin sağ çatalında
aş "Y"nin sol çatalında da yol alırken
kalp soldan atarmış da amanda aman ,
aşk da kalbin attığı yerde yatarmış

aç karnına aşk tok karnına aş olmazmış
bu şiir şişede durduğu gibi durmazmış

zihni örer

YANAKLARIMDA DUDAK İZLERİ





90+’lı yıllar, hey gidi gençlik heeyyyy…:)

ve hey gidi insanlığın değer yargısı!





Toplumsal sorumluluk bilincime pratik kazandırmak için üç dernekte aktif olarak çalışmıştım:

Tüketici Koruma Derneği (TKODER)-Çevre koruma Derneği (ÇKD)-Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD).
ÇKD’de üyelik, diğer ikisinde yöneticilik görevi bana önemli alışkanlıklar kazandırmıştı.
Siyasi partiler, sendikalar, yapı kooperatifleri …gibi maddi çıkar ilişkilerinin çamurunda asla görülemeyecek onurlu çabanın, yukarıdaki üç dernekte yaşanmakta olduğunu gördüm.
TKODER’in çabalarıyla, o zaman Tüketici Hakları yasasının meclisten çıkarılması, zamanın Çalışma Bakanı (ve seçilmeden önce iş yeri arkadaşımız olan) Mehmet Dönen’in katkılarıyla sağlanmıştı.
VE

ÇYDD üyeliğim zamanında da birçok çalışmalara katıldım.



Gençlik konserleri organizasyonu ve amatör müzik gurubunun çalıştırılması görevi, doğudaki yoksul öğrencilere verilmek üzere kamyon dolusu ikinci el kitap kampanyası, kadınların yasal haklarını elde etmeleri için, gönüllü guruplarla köy gezileri, aynı zamanda gönüllü doktorlardan oluşan ekibin sağlık taramasına katılması… gibi birçok görevlere tanık olmuştum.

Türkan Saylan, Türkiye'de özellikle kız çocuklarının sömürülmesi ve aşağılanması karşısında gösterdiği çabadan dolayı, heykeli dikilesicenin biridir bana göre. Bu değerden yararlanma şansı bulamayan ve siyasal rekabetin kurbanı olan kızlar ve kadınlar elbette anlayamazlar bunu.

En yumuşak deyişle muhafazakar kesim, özellikle Samanyolu ve kanal7 medya gurubu ve internet alanındaki benzer siteler… Türkan Saylan’ı sadece diniyle imanıyla sorgularken, bunu birde Ergenekon batağına bulaştırma gayreti içindeler.

Oysa, hayatını muhtaç insanların yararına harcayan birinin nitelikleri onları hiç ilgilendirmiyor.

Hele şu, parasını bol keseden ilgili yandaşlara harcayıp da gayri-meşruluğu Alman Yargısı tarafından ortaya dökülen DENİZFENERİ bataklığından hiç söz edilmiyorken….

T.Saylan’ın dini kökeni ve “hristiyan misyonerliği”(!) araştırılırken, bir hristiyan ülkesi yargıçlarının bir Müslüman derneğin, kendi vatandaşlarını kazıklamasını ortaya çıkarmasına hiç değer biçilmiyor!

Bu ne yaman çelişkidir ki, bunların arkasındaki nesil ayakta uyumaya hala devam ediyor!

Türkan Saylan’ın çalışmalarından dolayı 30’un üzerinde aldığı başarı ödüllerini veren birçok kurumların amaçlarıyla çelişkilerim vardır elbette.

Bunlardan Rotaryanlar, Kemalistlerin askeriye ve askercil kanadı, Lions Kulüpleri, ..vs.

Bunların ödül vermiş olmaları, yapılan faydanın üstünü asla örtemez. Bir değerin üzerine kimler oturursa, o değer onları kaldırıyor.

Farklı politik yerde olmasına karşın, T. Saylan’ın emeklerine Cumhurbaşkanı’nın eşi, Hayrünnisa Gül’ü makamın dengesi mi zorlamıştır yoksa dürüstlüğün itici gücü mü dür bilinmez ama, en içten yorumu O yapmıştır...


TKODER Gn. Başkanı (90’lı yıllarda) Ayşe Akman ve daha sonra T. Saylan tarafından öpüldüğümü belirterek başlığa bağlayalım konuyu.






Saygıyla anıyorum.

8.5.09

28.4.09

İman ve diyalektik

insan doğa karşısında zafer kazanıp, kaynakları insanlığın ortak çıkarına sunacakken, ayrıca bir de insan-insan ile mücadele etmek zorunda kalıyor/ demiş marks.

Canlıların altbenliği midenin doyumu ve güvencesine kadar özgür kalabilmeli. İnsanların, diğer canlılardan farklı olarak, altbenliğinin başıboşluğu toplumun ortak amacı tarafından dizginlenemiyorsa, insanlık, tüm canlıların yüz karası olmaya mahkum!

İktisat teorisi, kaynakların kıt” olduğu temelinden yola çıkar. Kıt kaynakla, kimine göre yokluğu, kimine göre gaspettiği varlığı azaltmak kaygısını ve gerilimini artıracaktır.

Oysa doğada kıt olan maddi kaynaklar değil, etik ve ahlaki kaynaklardır.
Savaşmanın amacı ekonomik yağmacılık olduğundan devletler arası savaşlar, tüm toplumun ortak kaygısı olarak kabul edilemez.

Sürekli biriktirme tutkusu, haklarının ve gücünün farkında olmayanların özgürlüğünü yiyerek beslenir hep.
Bu dünyadaki temel değerlerin korunmasına gerek duyulan enerjiyi, "ölümötesi sonsuzluğa" peşkeş çekmenin faturası, kocaman bir yokluk ve sürüngenliktir. Öyle ki, bir değerin sonsuz ile çarpımı yine erişilmez (sonsuz) bir antigerçekliktir.
* * *

İnsanın dört zindanı

İnsanın Dört Zindanı/ Ali Şeriati, İslam Dünyasındaki şeriatçı okurların başucu kitabı olmuş. Sevgili Ağabeyim (kendileri, nesli tükenmekte olan saf-temiz Müslümanlardan biri olarak) bu kitabı mutlaka alıp okumamı istemişti. Kitabın aslını henüz bulamadım ama, özetini ve eleştirileri (aslında övgüleri) okudum.
Bu kitabın, Marks-Engels’in “Alman İdeolojisi”nin basit bir eleştirisi olduğunu söyleyebilirim.

“insanı baskı altına alan ve insanın özgürlüğünü kısıtlayan 4 zorlayıcı güç vardır” diyor.
1. Naturalizm (Doğanın zorlayıcı gücü)
2. Historizm (Tarihin zorlayıcı gücü)
3. Sosyolojizm (Toplumun zorlayıcı gücü)
4. İnsanın kendisi
-Naturalizm zorun tutsağıdır; doğayı eksene alır ve insanı şekillendiren unsurun tabiat olduğunu belirtir.
-Historizm, insanı şekillendiren unsurun tarih olduğunu öne sürer.
-Sosyolojizm ise toplumu asıl belirleyici olarak kabul eder ve toplumsal ilişkilerin insanı her yönden şekillendirdiğini iddia eder.
-İnsan; Tarihin, Doğanın ve Toplumun zindanından bilimle kurtulabilir,
kendi zindanından ise inançla ve aşkla kurtulur.
diye devam ediyor.

Ali Şeriati , son maddede, kurtulmak için insanı asıl karanlık olan bilinmezliğe atmaktaki yanılgısı ancak imanın ürünü olabilir. Zira iman önceden teslim olmak (esir olmak gibi), sonradan gereklerini kendi içinde öğrenme” mantığına dayanmakta. Yani, seni teslim alanın bakış aracından (paradigmasından) başka türlü anlamaya kapatılmışsın.
“Özgürlük verilmez, alınır”. Diyalektiğin olmadığı bir yerde çok boyutlu düşünme olmayacağına göre, özgürlük nasıl olabilir ki?
ALMAN İDEOLOJİSİ
Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır.

Felsefeyi, tanrıbilimi, tözü ve bütün öteki boş şeyleri "öz-bilinç"e indirgemekle, "insanları" hiçbir zaman kölesi olmadıkları bu sözlerin egemenliğinden kurtarmakla "insan"ın "kurtuluşu" yolunda tek bir adım bile atılmış olmayacağını;
gerçek dünyanın dışında ve gerçek araçları kullanmadan gerçek bir kurtuluşu gerçekleştirmenin mümkün olmadığını,
buharlı makine olmadan köleliğin, tarımı iyileştirmeksizin serfliğin kaldırılamayacağını;
daha genel olarak, insanlar, yeterli nicelik ve nitelikte yiyecek, içecek, barınak ve giyecek tedarik edecek durumda olmadıkları sürece, onları kurtarmanın mümkün olmadığını,

"Kurtuluş", zihinsel değil, tarihsel bir iştir, ve bu tarihsel koşullar, sanayiin, ticaretin, tarımın, karşılıklı ilişkinin durumu tarafından gerçekleştirilir.
sonra farklı gelişme aşamalarına göre, şu saçmalıklara meydan verirler töz, özne, öz-bilinç ve katıksız eleştiri, tıpkı dinsel ve tanrıbilimsel saçmalıklar gibi, bunları da yeteri kadar geliştirildikleri zaman bir yana atarlar./Marks-Engels