13.1.10

gözün nuru sönünce!


Gözlerimde sorun vardı, doktora gittim.
Önce Allah’a sonra doktora güvenerek ameliyat olmaya karar verdim. Ameliyat sonrası gözlerim enfeksiyon kaptı ve kör oldum. Doktor hakkında dava açacağım!
(Tv. Haberlerinden izledim). ve kanalDhaber
***

. ….Gözyaşının ilk görevi gözü mikroplara karşı korumaktır. İçinde bulunan "lizozim" enzimi birçok bakteri türünü parçalayabilme ve mikrop öldürme özelliğine sahiptir. Lizozim sayesinde göz, enfeksiyonlardan korunur. Bu madde, binaları mikroplardan temizlemek için kullanılan kuvvetli dezenfektanlarda kullanılan maddelerden bile daha etkilidir. Bu kadar güçlü olduğu halde göze hiçbir zarar vermemesi ise büyük bir mucizedir.
Bu bilgilerin ışığı altında bir kez daha durup düşünmek gerekir. Böylesine güçlü bir dezenfektan, nasıl olur da göz gibi hassas bir organa hiçbir zarar vermez? Cevap çok açıktır: İçinde son derece güçlü bir dezenfektan bulunan gözyaşı gözün kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratılmıştır. Yaratılışın her noktasında mevcut olan muhteşem uyum, aynı şekilde göz ve gözyaşı için de geçerlidir….. Öte yandan insan yapımı hiç bir dezenfektan göz yaşının yerini tutmaz. Bu durum evrimciler tarafından cevaplanması mümkün olmayan soruları da beraberinde getirmektedir. ….
İslam Mucizesi.com dan


***

Bu iki durum birbiriyle öyle bir çelişmiş ki, ayrıntıları düşünmeden edemedim. Yalnızca düşündüm mü ki, aynı zamanda düşündüğümü yazıyorum gördüğünüz gibi:)
Düşünceler alkole benzer bir anlamda; alkol şişede, düşünce akılda durduğu gibi durmaz dışarı çıktığında. İşte böyle olayların içindeki çelişkilerin, özel hayatlara yansıyan bölümüne el koyar.

Hani "söz üçar....." cinsinden bakılsa böyle oluşturulan değer yargılarına? Tam tersine uçan sözlerden değil, alabildiğine şiddetli müdahale halinde bir pradigmadır toplum hayatında.
Allah'ı böyle aralara sokuşturmaya kalkışmak yerine, ondan sezginizin gücü kadar "kişisel huzur bulmak"la yetinilse... daha saygın kalmaz mıydı? diye düşünüyorum.

Nedir o?

Hasta önce Allah’a güveniyor sonra doktora, ameliyat oluyor; sonuçtan ikinci derecede güvendiğini sorumlu tutuyor.

Zamanında ödenmeyen senetin birinci borçlusu yerine kefillere icra kaldıran devlet gibi…..

Bir de “İslam mucizesi” dedikleri konu var ki paragrafta, hasta göz derdinde, İslamcı kardeşler “kanıt” derdinde. Gözyaşına baskın çıkan enfeksiyon ( o da kendiliğinden ve göz yaşı ile eşit koşullarda) geni değişikliğe uğratmıyor mu?
Gözün nuru sönse de nurcunun hırsı sönmüyor.

Neyse buradan ötesi boyumu aşar….. ama birçok imamın boyunu aşmıyor(!)

4.12.09

DEMOGOJİK AÇILIM

Kapitalizm demek ister ki:çalışan (insan) limona benzer, ne kadar sıkarsan, o kadar suyu çıkar. Kabuğunun acısı çıkmasın diye de, duracağı yeri iyi bilir. “Hukuk düzeni ve demokrasinin erdemini propaganda ederken, bunu kasteder.

Şekildeki "yeşil" mengenenin kolunu “sağ”a çevirdiğinizde “kapa”nım, sola çevirdiğinizde “aç”ılım özelliğine sahiptir. Başka deyişle, açma ve kapama kararını, mengene kolunu elinde tutanın siyasi markası belirler.
Bu mengenenin yanakları arasındaki sıkışan temel haklar ile, bu mengeneyi sıkıştıran kolu kimlerin tuttuğu merak edilmelidir ki, amaç ile sonuç arasıdaki aykırılığın suçunu Allah’a atmış olmayalım
* * *

Aç-mak ile kapa-mak arasında sıkışan bir hükümet ya da inanç gurubu ile karşı karşıyayız.

Kürt Açılımını “açmak”, türbanı da “kapa-t-mak” olarak düşündüğümüzde, mengenenin iki yanağını çatmış oluruz.
Son yirmi yılın birinci gündemi yapılan bu iki konu, hayatımızın basamaklı dinamiklerini yani
*Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini altüst etti.

Son yirmi yılın birinci gündemi derken, T. Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecindeki olguları ve sonrasındaki yalpalamaları göz ardı ettiğim düşünülmesin. İşin burası arapsaçından daha karmaşık da ondan girilemiyor.

Sonuçta, bu kadar okul ve genel hak mağduru Türbanlı kadınlar-kızlar ile, çocukların bile kurban edildiği ve bunca insanın öldü-rül-düğü “kürt sorunu” ideolojik markanın bir tercihidir sanki; yani, mevcut düzenin tasarladığı (ya da başka türlüsünü beceremediği) bir sonuç!

Ortada isyanları haykıracak bir yığın neden var iken bile, “kürt” diye başlayan bir açılım isteğinin kaygısından, Kürtler lehine bir sonuç ummak pek akılcı gelmiyor bana.

Yazılı yasalarla kötülüğün üstesinden gelinemiyorsa, elbette ki insanlar bir şekilde örgütlenerek, güçlerini ortaya koyarak egemenlerle hak pazarlığına oturabilirler.
Ancak, öncülerinde “aşiret reisi” gibi feodal gericilik bulunan bir hareketin sonu,
karşısında mücadele ettikleri yapıdan farksız olmayacaktır. Görünen manzaraya göre, yine ezen ve ezilen sınıflar yerlerini alacaklardır orada.
Çok konuşulan Dersim ve Şeyh Said İsyanlarına bakılınca, Cumhuriyet ile hesaplaşmaya girişmesinde şaşılacak bir şey görülmüyor. Aynı zamanda o tür isyanların aleti yapılan halkın kaderinin değişmeyeceği belli ola ola!! Binlerce insanın bir avuç çıkar gurubu hesabına öldüğü ve öldürüldüğü düşünülürse, neden-sonuç çelişkisi ancak böyle sırıtır!!

Kürtler’in sol kanadı, bu çelişkileri görmezden gelirken, yağmurdan kaçıp doluya tutulmaları kaçınılmaz görülüyor.

"Klavuzuna bak, geleceğini gör".

Öncelikle, demokratik kültürü damarlarında (ve yüreğinde) hissetmediği geçmişinden ve mevcut kişiliğinden belli olanlar bu işin öncülüğüne soyunmaları oldukça tuhaf!
Yoksa “hakların verilmesi kavramı” öncelikle kapitalizmin doğasıyla çakışır; daha sonra, “açılım”a start veren düşünce temsilcisi olan Ak Parti öncülerinin “hak verme” (sadaka verme değil) konusunda sicillerinin parlak olmaması ortadayken…
Öyleyse AKP’nin kürt açılımı konusundaki cömertliğinin altında yatan nedeni,
“Kemalizmi sarsmak” olarak sınırlayabiliriz. Kendileri Ümmet toplumunun kültür altyapısına sahip olduklarından, Kürtler içindeki çeşitli mezhep, aşiret tarikat ve cemaat yapılarını yaşamın alt yapısı olarak algılatmakta yarar bulduğu söylenebilir.

Ailesinde kadın açılımını yap(a)mayanların, ülkede “demokratik açılım” yapacakların demokratlığına güvenmek gerek!
Dindar motifli politik kimliğe sahip olanlar, kadını erkeğin emrine veren Nisa Suresi’nin 34. ayetini yok sayabilirler mi?
Nüfusun yarısı olan kadınların üstü örtülmüş demokratik hakları böyle bir zihniyetin övüncünde dururken, nüfusun beşte biri olan Kürtlerin demokratik haklarını vemeye(!) soyunmak mı asıl amaç, yoksa Kemalizm’den Osmanlıcılık rövanşının alınması kurgusu mu?

Kaynağını Türkçü gelenek ve Sünni mezhepten alan bir anlayışın, “kürt ve alevi kimliğinin” “iticiliğini” (!) özünde taşıdığı bir gerçektir. Böyle bir kültürün kışkırttığı Kürt Hareketi”, evrensel emek hareketini aşınca, ırk ve mezhep yarıştırma işi, malum senaristlerin oyunu olarak başarıya ulaştırılacaktır elbette!.
Onlara göre Sosyalizm ölmüştür; Enternasyonalizm’in ünvanını sermaye Globalizmi almıştır; oyunun kuralını onlar koyar!
"Emeğin ve egemenliğin tam karşılığını isteme ama, soyut kavramların tamamı senin olsun, sakıncası yok” !! der gibi........
-----------------------------------------------
Kaygısızlık da değneğin diğer ucu.

Atlı arabaların, faytonların peşinde
Yollarda at tersleri kalıyor geçişinde...
Üşüşür ters başına aç karınlı serçeler
Açlığa nîmet olur terste kalmış taneler...
Tek ümit ters gözlemek ise aç karınlara
Aç karınlar ne kadar güvenir yarınlara...
Alper Kürük
Not:
“Ters” yerine uygun olanı koyabilirsiniz

-------------------------------------------
*maslow un ihtiyaçlar hiyerarşisi

1. fizyolojik ihtiyaçlar ( açlık, susuzluk, cinsellik, soluma gibi)
2. güvenlik (elbise, ev, sağlık, asgari delir ve sosyal güvenlik sigortası)
3. ait olma (sevgi, aşk, dayanışma)
4. saygınlık (doyumluluk, dürüstlük, özveri yeteneği, kariyer)
5. kendini gerçekleştirebilme (icat, sanat, meslek, başarı)

bu görüşe göre insan en temel ihtiyacını gidermeden, bir diğerine geçemiyor.
maslow'un bu teorisi, iki temel varsayıma dayanır.1.insan davranışları onun belirli gereksinmelerini gidermeye yöneliktir.2.insan gereksinimleri öncelik sırasına konabilir.buna göre, alt düzeydeki bir gereksinim belli ölçüde karşılanmadıkça birey, bir üst düzeye gereksinmeyi karşılamaya yönelmez.

10.10.09

“M” LERİN SÖZLÜĞÜ


Cinlerimin aklıma taktığı çelmeye göre,
Türk halkının toplumsallaşmasında “M” harfiyle başlayan lider ve onların kültür simgeleri, yaşamımıza yön veren en etkili klavuz olmuş.
Bu anlamda Alfabemizin “m”si kaderimizin ortak paydası ya da parantez önündeki çarpanı olarak kendini gösteriyor.

***

*Muhammed’in “m”si:
Türk toplumunun sosyal hayatını büyük ölçüde düzenleyen İslam dininin kurucusu,

*Müslümanlığın “m”si, bilindiği gibi …

*Meleğin “m”si, İslam kültüründe iyi huylu olarak tarif edilen ve erkeğinin emrine verilmiş (nisa:34 ile), emeği olan ama varlığı manevi simgeye indirgenen kadın.

**Mustafanın “m”si, Kemal Atatürk’ün ilk adı.
Türk toplumunun yaşama kültürünü çağdaşlaştırmanın son mimarı.

**Mehmetçiğin “m”si, Laik, Atatürkçü Türk toplumunda asker olacak çağdaki (maddi hayatı önemsenmeyen) erkekler.

***

***Marksizmin “m”si, sıradaki…..
ve insanı incitecek maddi etkenlere çomak sokan bir anlayış.
komünizmin “m”sinden ötesini sonra söylerim.
(ne yani, komünizmde m yok mu:))
***
Not:Açalya'ya "Manşet"' için teşekkür ediyorum. Madem ki değerli bulunan bir yorum, buradan da bir köprü kurmak istedim.

23.8.09

gencil BEN

Bloglardan alışılmış devamlılığın dışında uzak kalmak, birçok blog yazarının ortak mazereti sanki. Yaz mevsiminin insana kaybettirdiği olağan ve olağan dışı enerji kaybı insanı söğüt gölgesine mahkum kılıyor.

Hayatın beslenmeye ve yatırıma programlı eylemleri mazeret dinlemiyor elbette. Herkes hem işinde gücünde hem de hurma gölgesinde yalellim (sevgili Açalya’nın kulakları çınlamıştır) ve söğüt gölgesinde uzun hava çekmek boş zamanların (buna tembellik de diyebiliriz) sesli göstergesi sayılır.

Blog meşguliyeti tutkuya dönüşünce, insana duygu ve düşünce paydaşları karşısında bir sorumluluk da yüklüyor. Bu yüzden, sessizce ve vedasızca ve de ardında, bir iz (adres) bırakmadan kaybolan çok değerli insanlar aramızdan uzaklaşmış ve bir hayalet gibi kendilerini (tanışları nazarında) sonsuzluğun boşluğuna itmişlerdir!

“Allah yoksulu sevindirmek için önce kaybettirir, sonra da buldururmuş”. Ama bu blog aleminde önce buldurup sonra kaybettirmesi anti-yoksulluğun göstergesi sayılır mı ki?

Evet.

Materyalist bir bakış açısına sahip olduğum bu zamanlarda, bedenini hiç görmediğim, sadece sözcüklerinin içeriğinden değer biçtiğim ve gönlümde sonsuza kadar da öyle kalacağına inandığım bu insanlar karşısında idealist miyim?

Düşünüyorum.
İdealist değilsem de bencilliği de bir yere sığdıramıyorum.

Söğüt gölgesinde, -hurma gölgesinden farklı olarak- yalellim çekilmiyor; kitap da okunabiliyor aradabir, “kürt açılımı” dizisi de izleniyor, Hebertürk tv. Yorumcusu Yiğit Bulut’un evrim teorisi reyting macerası da…..

Alan Woods - Ted Grant
aklın isyanındanın
“Bencil Gen” ve R. Dawkins’in bencil gen kökeninden “liberal gerçekliğine”(!) önemli bir eleştirisini okumaktayım 3. kez okuyorum ve alanımın dışında olan biyoloji konusunu anlamaya çalışıyorum. Bunu anlamaya çalışırken, karşı görüşe yer vermek için (onu da görüş sayma iyiniyetimi zorlayarak) Harun Yahyanın (kendi sitesinde) bencil gen teorisini eleştirirken(!) ne kadar bencil bir tavır içinde olduğunu keşfediyorum Ve iki eleştirinin arasındaki etik farkı da…..


Evet, anlayacağınız gibi söğüt gölgesinde boş durmuyorum, -daha önce dediğim gibi- arada bir tıngırdatıyorum.
Oğlumuzun gitarda kısa zamanda aldığı yol ile müşterek ritim gösterisiyle gençleşiyor, O'nunaldığı tıp eğitimiyle (gelecekte) gen teorisine yapacağı katkı umudunu da ekleyerek, hayata gençlerin penceresinden bakabilmenin heyecanını yaşamaya yelteniyorum.

"Bencil Gen"i, başlıktaki gibi GENCİL BEN şekinde hece değişimi yaparak söylüyorsam bir sebebi var, gençlik iması:))

26.7.09

TATİLAT

TATİLAT, mekanda tatil ve evde yeniliğin kısaltması olarak Türk edebiyatına bir armağanım olsun bu kelime:)

Evimizin oda içi dekorasyonu bekar (ya da tatil) evi görünümünden kurtarıldı sayılır. Tatlı yorgunlukların çoğu bitti. Resimler çekmek isterdim ama, “görgüsüzlük”le “sevinç ortaklığına davet” kavramlarının çakışması frenledi.
Söz konusu resimler, “her ne kadar Dianne Dengel'in "Home Sweet Home’dan epeyce sınıf farkı olsa da, bizde “mutluluğun resmi” çabalarımızın ürünü oldu.
Sıra mutfakta yeniliğe geldi. Bir de iç kapıların değişimi, salonun dolap-bar projesi… vs.

2009 yılımız geçen yıllarımızın birçoğundan hareketli ve de verimli ve de eğlenceli geçiyor (şeytanın kulağına kör kurşun).

İki çocuğumuzdan Kızımız Konya Selçuk İşletme 2. sınıfa geçti, İşletme Hakimliği hedefliyor, ona göre sorumluluk çıtasını yüksek tutmakta.

Oğlumuz Ankara Tıp hazırlık bitti, birinci sınıfı bu yıl okuyacak.
İkisi de sınav kıskacından kurtulunca, yerçekimi bizime evde yön değiştirdi.

Çocuklarımız artık “bebeklikten” (çocukluktan) çıktı, eğitim ve kariyer programları kendimizce otomatiğe bağlandı, artık onlar ağır misafir gibi ağırlanmalı. Onların bütün davranışları artık yetişkin insan, bağımsız birey ağırlığıyla karşılanmalı düşüncesindeyiz.

Sevgili(m) eşimle romantizm kasetimizi yeniden başa sarmaya başladık. Kaset mi kalmış ortada onu CD’ye dijital ortamda aktarıp, ömrünü olabildiğince uzatmak heyecanındayız.

Alanya’da yaz bu yıl biraz daha güzel. Bu güzelliğin bileşenlerinin bir kısmı, yukarıda sözünü ettiğim ailevi düzene bağlı olduğu gibi, diğer bir kısmı doğanın cömertliğine bağlanabilir. Yeşili, akarsuyu, hava bileşenlerindeki denge, topraktan alınan ürünlerin çokluğu… gibi.

Hollanda’dan gelen misafirlerimizle geçirdiğimiz iki gün yılın nazar boncuklu günü olmaya aday.
Alanya’nın en şirin müzikal ortamlarından biri ÇELLO BAR.

Özgün ve protest müziğe açlığınız varsa Çello Bar’a, uğramadan geçmeyin. Açlığınız yoksa yine geçmeyin. Geçerken bizi de yanınıza almayı unutmayın. Yoksa öbür dünyada yakanızdan tutarım:))

GRUPARAF