19.10.10

müziğin sekiz rengi

İnsan, hem maddi hem de manevi yapısından dolayı her iki özelliğin de çeşitli derecelerde doyuma ihtiyacı olduğu bilinir. Bu dünyada temel maddi ihtiyaçlar öncelikle güvenceye alınmışsa, ruhun da doyum gereksinimleri belirli basamaklarda ortaya çıkmaya başlayacaktır. Renkler ve melodik sesler bu ihtiyacın giderilmesinde ana öğe olarak, hayatımızdaki anlamı güçlendiren ve zenginleştiren önemli bir değer olmalı.
Güneş’in “8” rengi “8” notada sayı olarak rastlantı mıdır, yoksa mucize mi? Bunu biz değil ancak
* * *
Renk, Işığın cisimlere çarptıktan sonra yansıyarak görme duyumuzda bıraktığı etkiye deniyormuş.
Müzik ise sesin kulağımıza çarptıktan sonra yansıyarak beynimize uğrayan ve oradan ruhumuzda estetize olan etkisine denir.

Bilinen üç ana rengin türevini aldığımızda, ikinci kademe, “8” adet
ana rengin olduğunu görmekteyiz.
Ara renkler olduğu gibi, ara notalar da vardır ki, onlar minör-majör, bemol-diyez
gibi adlarla ara sesleri ifade eder.

Renk ve müziği bir arada düşündüğümüzde,  sevdaya
(ya da moda deyimle aşka) uçuşun kanatlarını kurmuş oluruz.
* * *

Sevdanın mayası coşkudur. Bir iş ya da çiş yaparken, ya da yolda yürürken şarkı mırıldandığınız (kesin) olmuştur. Ağzınızdan çıkanı komşuların ve yoldan gidenlerin değil, kendi kulağınızın ve sevdiklerinizin duyması bile şart değil böyle durumlarda; dilinizin titreşimi ruhunuza muhtaç olduğu asil mesajı gönderecektir. Oradan nöronunuza fırladığında, coşkunuzun kontratağını tutana aşk olsun:) "tıngır-mıngır" sözcükleri, "tıngırtı" ve "mırıldanmak"tan gelen, basit uğraşlara, yani Ajdar'vari girişimlere verilen addır.


İşte böyle:)
Bazen de böyle,
????
saatlerce,
alabildiğine amatörce,
ve
çoğunlukla bence...
aradabir sevdiklerimce.
"trans"atlantike doğru transfer olabildiğimce.

kendim çalar kendim dinlerim bir de sevenlerim.
bazen böyle geçer günlerim. bazen de... bilindik şeyler.

* * *

Nazım’dan bir parça
.............
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.

Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.


. ................
rengin notaya dönüşümü

15.10.10

Şili madencileri ve çapraz çelişkiler

el cigarrito youtobe

Darbe ve Şili Halk Ozanı
Victor Jara' nın öldürülmesi

Victor Jara, diğer şarkıcılarla birlikte Salvador Allende ve sol partilerin birleştiği bir hareket oalan Unidad Popular yararına birçok konser verir. 11 Eylül 1973'de Augusto Pinochet'nin gerçekleştirdiği darbe sırasında, Victor Jara Teknik Üniversite 'deki işi başında tutuklanır ve birçok yoldaşı gibi Estadio Chile'de (Şili stadyumu) işkence görür. Bir daha gitar çalamaması için elleri kırılır. Hatta bu korkunç işkenceler sırasında bile Jara, Unidad Popular 'ın şarkısını söylemeye çalışmaktadır Nihayetinde vahşice dövülen Jara, bir makinalı tüfekle öldürülür ve cesedi Santiago Mezarlığı yakınında bulunur. Fakat Karısı yine de onu onurlu bir şekilde defnetme imkânını bulur. Akabinde Şili'yi terk eden karısı 1994'te onuruna "Fundación Víctor Jara"'yı kurar.

Şili'deki Pravda muhabiri Vladimir Çernisev, Jara'nın son anlarını şöyle anlatıyor:

Victor Jara dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı refakatçisiyle, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile askerler Victor'un ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar/
(wikipedi'den):





2010 Şili Maden kazasında kurtulan Madencilerin düşündürdükleri:

Şili madencilerinin kurtarılması her şeye rağmen mükemmel bir olaydır. Yardım eden bazı batı ülkeleri teknolojiyle reklam yarışına girmiş olsalar da...
Bu olayın bir de şov tarafının olduğunu görmeliyiz.
Hayır, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer gibi komik düşünce içinde değilim. "bizimkiler acısız rahat öldüler, biz olsak üç günde kurtarırdık" gibi alaycı uslupları kınıyorum.
Kurtarılma yöntemini çok önemsiyorum ve kendi çapında düşünüldüğünde, asırlık bir olay olduğunu ben de herkes gibi kabul ediyorum.
Ancak, böyle şovların arka kapısındaki etkilerin de görmezden gelinmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Malum şirketler imaj yaratmak için reklama bedel ödemiş olsalardı, o işçileri kurtaracak malzemenin maliyetini kat kat aşabilirdi.

Dünyadaki çeşitli ülkeden şirketlerin sağladığı malzemelerle, yer altındaki işçilere ulaşabilen 700 metrelik sondaj yapıldığı söyleniyor. Kimi kaya delen matkap, kimi fiberoptik kablo, kimi uzun süre şarjı bitmeyen cep telefonu..vs. ve Amerika’dan Nasa bu operasyonda rolü olanlar olarak arşivlere giriyor.

Madencilerin kurtulması başka, bu kurtarma aşamalarındaki şirketlerin imaj propagandaları başka açıdan değerlendirilmesi gerektiğini tekrar ediyorum.
Şirketlerin genel zararlarından söz ederken, Fritjof Capra’nın bir kitabındaki şu sözü hatırladım:

“Onlar bize pırıl pırıl parlayan tabaklar ve çamaşırlardan bahsederler, fakat pırıl pırıl nehir ve göllerin bir bir elden çıktığını söylemeyi unuturlar nedense!”/Henderson

Şirketlerin kar güdüleri her zaman “önce insan” kavramını güdebilir mi!

Sosyalizmin nefesini ensesinde hisseden bazı modern şirketler, “davranışsal model” diye açıkladıkları üretim-yönetim modellerindeki sloganları “önce insan”dır.
Oysa, "önce insan" asla üretimdeki kar’ın ve yağmalanan doğal kaynakların bölüşümünde değil, üretimin en ucuz yoldan artırılması için özveri kışkırtmasından öteye gitmeyecek bir amaçtır.

Sabah G. Yazarı Süleyman Yaşarın iddiasına göre, Şili madencilerinin kurtarılması serbest pazarın başarısıdır.
Serbest pazarın başarısı buysa, aynı serbest pazarın dünyadaki bütün iş kazaları, emek gaspları ve doğa yağmaları neyin başarısıdır?
Güney Amerika ülkelerinde doğal olarak oluşan bir Amerikan emperyalizmine karşı duruşların olduğu biliniyor. Şili halkı da bunlardan biriyken, Allende ile bağımsız bir yön bulduğunda, Amerika destekli diktatör Augusto Pinochet darbesi ile Şili, global emperyalizmin kucağına oturtulmuştur.

A. B.D.’nin özel ilgisiyle, Şili ekonomisinde göze görülür düzelmeler ile, çevredeki diğer anti Amerikancı devletlerle rekabet üstünlüğü amaçlanması taktik açıdan olağan karşılanabilir. Çünkü, Brezilya, Arjantin, Küba.. gibi ülkelere gözdağı vermenin politik stratejisi önemseniyor olunmalı.

İşin bir başka yönü, Şili’nin politik kaderinin Türkiye’ye çok benzediğini görmekteyiz.

Onlar da Amerikan darbecilerinin gölgesinde yaşamaya mahkum edilmiş, biz de,

Onlarda da aydın düşmanlığıyla faşizm özdeşleşmiş, bizde de.

Onlarda da aydın kıyımıyla geniş halk kesimine gözdağı verilmiş, bizde de.

Onlarda da hıristiyan misyonerler sosyalizme kayması muhtemel halkın önüne set olarak çekilmiş, bizde de cemaatler.

Onlarda da vatansever-halksever sanatçılar acımasızca katledilmiş bizde de
…….

Birkaç örnek:

Şili’de ünlü aydın ve sanatçıların Amerika ve yerli faşistleriyle kavgalı olduğunu anlıyoruz..

Isabel Allende (*1942), en ünlü çağdaş Şili yazarı. Ruhlar evi (filme de alınmış), Fortuna'nın kızları, Sonsuz plan gibi dünya çapında yayımlanmış romanları mevcuttur. Ayrıca kendisi eski başkan Salvador Allende'nin de yeğenidir.

Roberto Bolano (1953-2003), Sürrealist şiir yayımcısı. 1973'teki askeri darbeden sonra sürgüne çıkmıştır. Bir çok edebiyat ödülü sahibidir. Barcelona'da ölmüştür.

Víctor Jara(1932-1973), politik şarkıcı. Nueva canción (yeni şarkı) akımının ve tüm Güney Amerika'daki devrimci sanatçı hareketinin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Salvador Allende'yi desteklemiş, askeri darbe sırasında işkence görerek öldürülmüştür.

Pablo Neruda (1904-1973), Dünyaca ünlü şair, yazar ve 1971 Nobel ödül sahibi. Çok sayıda sosyal ve politik şiir yayınlamış ve Salvador Allende döneminde Fransa Büyükelçiliği görevinde bulunmuştur. Askeri darbeden kısa süre sonra kanserden ölmüştür.

Tom Araya (1961- ) , Dünyaca ünlü thrash metal grubu Slayer'ın kurulduğu 1981 yılından beri vokalistiğini ve bas gitaristliğini yapmaktadır.

Gabriela Mistral (1889-1957), şair ve 1945 Nobel edebiyat ödülü sahibi. Sevgilisi Romelio Ureta intihar ettikten sonra şiirlerinde aşk, ölüm ve umut temalarını işlemiştir. Daha sonra Şili için diplomatik alanda çalışmıştır.

Inti Illimani, Quilapayún, Illapu gibi müzik grupları "Nueva Canción Chilena" (Şili yeni şarkısı) akımını dünyaca ünlü hale getirmişlerdir. Bu gruplar askeri darbe yüzünden yıllarca yurt dışında mülteci olarak bulunmuşlardır.

Violeta Parra (1917-1967) "Nueva Canción Chilena" akımının kurucusudur. Şarkıcı fakirlik içinde büyümüş ve çok erken yaşlarda kendi folk müziklerini bestelemiş, 50'li yıllarda geleneksel şarkıları toplamış ve derlemiştir. Kendi eserleri, güçlü politik karaktere sahiptir. Müziğin yanında şiir yazmış, resim ve heykel yapmıştır. Bir çok Şilili ve uluslararası sanatçı şarkılarını seslendirmiştir. En tanıdık şarkısı Gracias a la vida 'dır.

Mercedes Sosa - Gracias a La Vida -YouTobe

Antonio Skármeta (1940), yazar ve Salvador Allende taraftarı. 1973 darbesinden sonra ülkeyi terketmiştir. Diktatörle ilgili çok sayıda roman ve hikâye yazmıştır. 2000 ile 2003 yılları arasında, daha önce sürgünde bulunduğu Berlin'de konsolosluk görevinde bulunmuştur.

Roberto Matta (1911-2002), 20. yüzyılın büyük sürrealist ressamı. Aynı zamanda Salvador Dalí ve Federico Garcia Lorca'nın arkadaşıdır.
 Wikipedi’den:

17.9.10

dene-n-me yazısı

TDK:
rencide :
İncinmiş, kalbi kırılmış.

Neden, kim kırmış?

Ne bileyim, şu anda hiçbir şey sorma.

İnci gibi kalbimden beynime giden hat kopmuş, haberleşeme parazit olmuş!
 Gel-gitlerdeyim şu an…. “Git-gel” değil, “gel-git” anladın mı? Çok zıt.
 Kim bilir, kurulmuş bir sarkaçtır belki de gidip-gelmeler…
Paça altından tırmanan buğday başağının aynı yerden çıkarılması mümkün mü?
Git-geller de öyle. Gidip dönmelerin engelleri yüksek olur.

 Büyük incinişlerde yüksek engeller! Yani şu an. Gel-git.

Hani var ya? 
Ne kadar yükseğe kaldırılırsanız, yere doğru atıldığınızda o kadar incinirsiniz. Fizik yasasının, ruh yasasına katkısı.…


Ne olur, çok sorma ve incinişe aitlerimden parça koparma!

Cevap veremem şu anda ve dahi şu anda….
Yani hiçbir anda ve hiçbir zamanda...


 Çok sevilmeyeceksin, çok yüksekten bırakılırsan bir gün, incinirsin diye uyarmıştı deli şair. 
O'nun hissedemeyişi kızgınlığındandır, yüksekten usulca, yere doğru gidişinizin sıcaklığını . Ama kayacaksınız, incineceksiniz, belki de kırılacak...

Bir milim yol almışsanız bile, bir ağırlığınız vardır ivme yasasına göre... O’nun yüreğinden yer çekimine doğru istikamettesiniz artık. Tutamazsınız o kımıldanışın ağırlığını, zaptedemezsiniz, atmosfere itildiniz. Yer kucak açtı size. Her dönüşü olmayan gidişlerde kucak açması gibi.
İlla ki yere çakılmalı bir kez insan. Ne kadar ağırsanız O'nun gönlünde, o kadar hızlı çakılırsınız yere.
İncinmelisiniz sonuçta cansınız. Sizin taşıdığınız O'nun canı.
Çok sevmeye devam edeceksiniz, zararı yok, çekim yasası, yer-toprak doğası sevginize onarılma hakkı tanımıştır, kullanır kullanımaz O bilir. Ama bu hak size açılan bir kapıdır.
 Her yanınız et ve kemik parçasından ibaret olsa, birkaç pansumanla birkaç zaman üstesinden gelebilirsiniz incinişlerin. 
Gelgör ki, incinişler başka türlü kanar!




Çok incindim!
En iddialı,
en sağlam,
en tavizsiz,
en emek verdiğiniz,

biraz ansızın gibi,
öyle olmasa da, seyrinizin rotası belliyken doğrultunuzun, bükülme hali ve en sev-il-diğiniz tarafından!!!

Yok canım, çok yükseğe çık-artıl-mayın demiyorum, incinişe karşı hazır bir refleksiniz olsun, yani paraşütünüz….
Türk Dil Kurumuna bıyık altından (o da yok burnumda ama olsun, öyle say) bir gülümseme fırlatabilirim belki şu yoklukta. “rencide” . adeta ince-hassas bir akort gibi geldi bu pozisyona bu sözcük, rencide.
TDK nedenler niçinler üzerinde durmuyormuş duyduğuma göre.
Durmazsa durmasın!
Umrumdaydı sanki!
Şu anda, yani şu anda umrumda rencideden başka kontenjan kalmamış ki. Sınavsız sorgusuz, tek başına…

En iddialı saydığınız “kişilik-kimlik omurganızın” ortasına ardı ardına tekme yediğiniz oldu mu hiç? En iddialı, yani en sağlam, yani en tavizsiz, yani en emek verdiğiniz,
yani biraz ansızın gibi, öyle olmasa da, seyrinizin rotası belliyken doğrultunuzun, bükülme hali ve en sev-il-diğiniz tarafından!!!
Yok canım, çok yükseğe çık-artıl-mayın demiyorum, rencideye karşı hazır bir refleksiniz olsun diyorum, yani paraşüt gibi bir şey….

15.9.10

kanunsuz aşklar

kanunsuz aşklardan uyanmak için bunu KURUN
arşivimden:

kanun?

sabıkalı aşık!
bu bir masumiyet!
Ama bir de suç.
Kafanın "içi" arapsaçı bu kez!

Ne ariflere,
Ne de tariflere sormalı.
Ne kıvılcımı,
Ne de körüğü olmalı.
Bir bilmece deyip geçmeli,
Cevabı hiçlerden seçmeli.
Bir yanlışı, çok doğruyu götürmüşse
Sancıları sol yanından geçmeli

Nerde, neden, nasıl, niçinse,
Pişmanlığı keşkesi içinse,
En umarsız zamanda
ve
Uğursuz tonda uyurken,
Aniden
ve
Tepeden "PAT" diye işte!!


13.9.10

REFERANDUM SONUÇLARINDAN YAŞAM KALİTEMİZE..

12 Eylül 2010 referandum sonuçları bilindiği gibi, %58 evet, %42 hayır oylarıyla belirlendi.

27 adet anayasa maddesi taslağının değişmesi olarak ortaya çıkan bu sonuçtan, toplumun farklı kesimlerinin beklentileri yine farklı oldu.

AKP (akparti) bu 27 maddelik içeriği öyle ayarlamış ki, farklı beklentileri dikkate alarak, çoğunluğu sağlamayı hedeflemiş ve amacına başarıyla ulaşmıştır.

27 maddelik yasa taslağını tek tek incelediğimizde, özet olarak söylersek:

10 ve 41. madde,
çocukları ve kadınları korumakla ilgili, daha önce mevcut yasadan çok da getirisi olmayan maddelerdir. Öyle ki, daha önce dediğim gibi, hakim kültür olan din kaynaklarındaki kadın-erkek eşitsizliğine bir kültürel eylem yapılmayacaksa, bu madde, kadın duyarlılığını istismardan öte geçmeyecektir.

51,53,54,128,129. maddeler,
memur sendikalarının örgütlenme hakkıyla ilgili. Önceden örgütlenme hakkı olan işçi sendikalarının sendikasız (sözleşme hakkı bulunmayan) memurlardan daha vasat olduğunu düşündüğümüzde, pek bir kazanım olduğu söylenemez.
Ancak, hak ile ilgili daha ciddi kazanımlar düşünülebilirdi. Örneğin, KPSS gibi bir sınav ile, üniversitelerden alınan diplomaların "hiç" sayılması gibi bir anlayışın yok edilmesi gibi…
Avrupa ortalamasının dörtte biri dahi olamayan üniversitelileşme oranımızla, bu kadar eğitimli işszilerin barındırılması çelişkisini ortadan kaldıran işsizliği önlemek önceliği ortada dururken!...

KPSS curcunalı memurluk bile örgütlü işçilikten daha avantajlı olduğuna işaret eder!
Bir de taşeronlaşmanın hızla yayıldığı bir ülkede, mevcut yasalara rağmen, köle sisteminin rahat uygulandığını yaşayarak görmekteyiz. (Bunun hikayesini örnekleriyle daha sonra yazacağım.)
Burada örgütlülüğün "gereksizlini" söyleme gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Elbette örgütlenmenin önemi büyüktür. Burada sakat olan şey, örgütlenme hakkına karşılık, örgütleri baskı altında tutma yöntemlerinin daha da güçlendiriliyor olması. Bir koyup üç alması...

84,94. maddeler,
Milletvekilleriyle ilgilidir ki, bu gidişata göre halkı çok da ilgilendirmez.

144,146,149,159,25,26,27.
sıradaki maddeler, Anayasa Mahkemesini kontrol altında tutmak isteyen hükümler içermektedir.

Resmi kurumlar, her ne kadar burjuva devletinin ve egemen sınıfın iktidarına hizmet ediyor olsalar da, Üst mahkemelerin verdikleri karar örneklerine baktığımızda, halk nazarında, diğer kurumlara göre en güvenilir olduğu söylenebilir. Bu mahkemelerin “Kemalist örgütlenme” görüntüsü, hatta, muhafazakar kesimde “alevi örgütlenmesi” gibi tanımlanmaları, Müslüman dindar cemaatleri oldukça rahatsız etmekteydi.

AKP’nin bu kuruma çomak sokmasındaki en büyük etkenin, bu anlayıştan kaynaklandığını düşünebiliriz. Bu amaca hizmet –oy- sağlatmak için diğer maddelerin birer yem olduğunu düşünmek abartı sayılmaz.
Kemalist bir zümre elbette toplumun sırtında ayrıcalıklı yaşamamalıdır. İşte bu yüzden burada dediğim gibi, “NERDEN BULDUN” yasası çıkarılsaydı, bu iş de kökünden çözülecekti. Herkes adını kimliğini ne koyarsa koysun, önemli olan sağlanan ayrıcalığın değerini sorgulanmaktı cemaatlere kadro ayarlamak değil.

125,145,184,156,157.maddeler,
ise askeri bürokrasiyi dizginlemek için hazırlanmış maddelerdir.

TC tarihinde, sivil politikacıların beceriksizliği, ilkesizliği, iki yüzlülüğü, cambazlığı, kestirmeden mevki ve servet elde etme acelecilikleri ve ahlaksızlıkları… gibi sayılabilecek bir sürü nedenlerden dolayı, askeri darbecilerin kirli amaçlarına çok ciddi alt yapı oluşturdukları bir gerçek. Bu çetrefil ikilemde halk oyu-istatistiği, orduyu “en güvenilir kurum” dahi gösterme acizliğine düşebilmişti.
Bu maddeler, askeri darbeler tarihini kapatmış olsa da, orduyu “en güvenilir” kurum ilan eden bu halk, aynı zamanda “en güvenilmez” olduğunu tescil etmiştir bu referandumla!
Böyle halkın kararı tabu mudur şimdi? Bu ne yaman çelişkidir ki, önlerine ne konulsa, koyan iktidarda ise “evet” diyebiliyorlar. Hem birbirine zıt iki öneriye de evet diyen bir halk!
Oysa askeri darbe hiçbir anayasada meşru kabul edilemez. Öyleyse, altyapı fırsatını verenleri mercek altına almak, bataklıkta sinek avlamak değil, bataklığı kurutmak gerektiğini düşündürür

Dokunulmazlıkkkkkkk!

Bu ülkede, bir konuya felsefi yaklaşımı engelleyen, felsefeyi, hatta aklı öcü gösteren bir öğreti gücü var. İmanı ve nasihatı, ulemayı, hayatın kılavuzu kabul eden önemli bir güç var bu ülkede. Bu güç ile demokrasi kültürünü en verimli şekilde kullanamayacak önemli bir kitle var. Tellibaba’dan medet uman bir yığın insan var. Bu insanların “evet”i ya da tayin edeceği hükümet üyelerinden nasıl bir yarar umulabilir ki?

ANAYASA TASLAĞININ ÖNCELİKLERİ AYNI ZAMANDA, BİR TOPLUMUN YAŞAM KALİTESİNİ BELİRLEYEN ANA VERİLERDİR.

Yaşam kalitesinin önceliklerini dikkate almayan dolaylı yollara meşgul eden maddeler, toplumun büyük kesiminin birinci beklentisi olmamalı.
Bir kenara koydum Marksit beklentileri. Yine kapitalizmin fikir babalarından olan Maslow’un teorisiyle karşınıza çıkıyorum. Ve bu teoriyi oldukça önemsiyorum.
İnsan hayatının öncelikleri vardır
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
1. Fizyolojik gereksinimler
2. Güvenlik gereksinimi
3. Ait olma gereksinimi
4. Sevgi, sevecenlik gereksinimi
5. Saygınlık gereksinimi
6. Kendini gerçekleştirme gereksinimi

Yazı çok uzadı biliyorum, ama, özetlemek oldukça zor.

Yine alıntılarla 1. madde ve ardından diğerlerinin kökenindeki gizli çarpıklıkları dikkatinize sunuyorum.

DİE’nin 2005 yılı, Hanehalkı İşgücü Anketi’ne göre. Bu ülkede şu anda, 15 yaş ve üstünde 50,5 milyon insan yaşıyor. Oysa bunların ancak yarısından daha azını ifade eden 23,5 milyon kişi çalışabilir statüsünde sayılıyor. Peki geri kalan 15 yaşın üstündeki 27 milyon insan neden çalışabilir değil? Bu insanların kim olduğuna bakalım: ev kadınları, iş bulmaktan umudunu kesenler ve son bir aydır iş aramayanlar, emekli ve sakatlar, mevsimlik çalışanlar, öğrenciler ve askerlik yapanlar!

Demek ki, ev kadını, kronik işsiz, asker, üniversite öğrencileri, mevsimlik ya da part-time çalışanlar ve diğer “eksik istihdam edilenler” vb.nin neredeyse tamamı gerçekte işsizler ordusunun bir bileşenidirler. Ve toplam sayıları 12 milyonu bulan emeklileri, çalışamaz derecede sakat veya yaşlı olanları ve lise öğrencilerini bir tarafa bırakacak olursak, DİE istatistiklerinde çalışabilir durumda olmayan işgücü olarak gözüken 27 milyon insanın yaklaşık 15 milyonu gerçekte kapitalist sistemin ve devlet politikalarının kurbanı durumundaki işsizlerdir. Bunlara resmi açık işsiz sayısı olan 2,75 milyon insanı da eklediğimizde 18 milyona yakın bir gerçek işsizler ordusuyla karşı karşıya kalırız. Sonuç olarak 15 yaş ve üstündeki 50,5 milyon insanın yarısından biraz azı, 18 milyon insan, şu an işsiz durumdadır. İşte kapitalizmin tarihsel zaferi!
MT

***

2005 rakamlarına göre, ülkemizdeki en fakir 12,5 milyonluk nüfus dilimi toplam milli gelirin yüzde 6,1'ini alırken, en zengin 12,5 milyon kişi ise toplam gelirin yüzde 44,4'ünü almıştır. Yani arada neredeyse 8 kat bir gelir farkı var.
20'lik gruplarda, en yüksek gelire sahip son gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,7 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 5,8 düzeyindedir. Yani en zengin gruptakilerle, en yoksul gruptakiler arasındaki gelir farkı 8,1 kattır. Bu fark 2007 yılıyla aynı…
OD
Yaşam kalitesi bakımından, dünyada 250 ülke arasında (büyük şehirler sıralamasında) İstanbul'un 114. sırada olduğunu da göz önüne getirisek, daha geniş perspektiften bakmış oluruz.

İŞTE SİZE ASIL ANAYASA TASLAĞININ MALZEMSİ.