23.4.17

kitapların özü


Bu kitaplar ne  Köy Enstitüsü Yazarlarının salt köy edebiyatını, ne de postmoderncilerin burjuva edebiyatını taklit eder. Bir yanıyla her iki türden özellik taşısa da, özünde okurun üçüncü bir yöne bakmasını sağlar.


1 hafta içinde geliyor


1960'lı yıllardan başlayarak, tarım toplumundan sanayi toplumuna "sürüklenişin" (özellikle sürükleniş diyorum, bu noktanın politik yanı genişçe sorgulanmaya değer) sancılarını yaşarken, kendi yolunda düşük yapmanın acılarına dikkat çeker.

"Köyden indim şehire şaşrdım birden bire"yi çağrıştıran bir çizgide ilerleyen hayatların gizlerini çözer.

Köyün tozlu yollarından şehrin karanlık asfaltına pusulasız, kimliksiz, bütçesiz, yalansız, torpilsiz ve yalnız koşan bir çocuğun büyüme hikayesidir.

"Eğitim, iş ve aşk klasiği" denilen bir sac ayağı üzerinde pişen yemek gibidir kitapların içeriği. Kahramanlar hayatın acısını ve tatlısını kendi içinde yaşarken, egemen kültürün neminde küflenerek, mayhoş bir tada dönüşürler sonunda.

Bir okur ilk kitabı okurken iki yerde ağladığını söylediğinde, benim de gözlerimden bir damlacık yaş düşmüştü! O yaşlar ki, yurdumuzun geleneksel arabesk motifine inat, arayış öfkesiyle sıkılmış yumrukların suyu olacaktı. Çünkü, okurun nerede ve neden ağladığını sormadan derinlemesine biliyordum.

Mücadelenin amacı kazanmak, sonunda mutlu olmak değil mi bu hayatta? Mutlu olmak için yüksek yaşamak....? Yüksek yaşamak için verimli bir emek ve fırsatlar bütünü...? Fasit bir daire.....

Aç tavuk düşünde darı görürse, amele de soylu rüyaya öyle yatardı bu alemde. Tutk ki amelesiniz. Rüyadan uyandığınız, başınızı yastıktan kaldırdığınız, bir süre öylece donakaldığınız ve geride bıraktığınız o umsuluk anı düşünsenize! Hele soylu bir rüyaya yatmışsanız? Rüyanızı bile soyup soğana çeviren güçlere kahretmez misiniz? Kahrınızın içini köşeli fikirlerle örmez misiniz?

Her şeye rağmen Okumak gerek....

28.3.17

filozof demiş ki


Mizah-ül fesat

Filozofun biri, ön yargısı son yargısından ağır gelen bir politikacıya demiş ki,

“at gözlüğü takma gerçekleri adam gibi gör”.

Bu söz üzerine politikacı filozofa hakaret davası açmış. Mahkeme kurulmuş. Hakim filozofa sormuş,

-sen bu adama “hayvan” dedin mi?

Hayır hakim bey, cümlemin içinde hayvan adı geçmiyor.

-At nedir o zaman?

“Atmak” fiilinden gelir. Yani, “renkli gözlüğü fırl/at ki, gerçekçiler bir fırlama görsün" dedim.

- Açık konuş, “gerçekçi”lerden neyi/kimleri kast ettin?

Kılıcını yalarsa bir toplum celladının, geleceğini bok eder evladının...

-Anlaşıldı. Yaz kızım, sanığın müştekiye hayvan diyerek hakaret ettiğine dair yeterli delil bulunamadığından beraatine,
sorgulama sırasında devrik cümle kurduğundan, devrimcilikten tekrar yargılanmasına...
Korona virüsün ortak düşmanımız olması nedeniyle, Türk örf ve adetlerimizin "düşmanımın düşmanı dostumdur" ilkesini de dikkate alarak, korona virüsü def olana kadar cezanın ertelenmesine oy birliği ile karar verildi.

6.3.17

Nar Kırığı roman yayımlandı


VE DİĞERLERİ.....
Nar Kırığı


"Nar Kırığı" romanımız bu gün çıktı. Sıradaki "Çarıklı Aşıklar" ve "Aşk Sanığı"
--------------------------------------------------------

Öğretmenim Dergisi Yayınevi sahibi  Adnan Gündüz ilk kitabım olan "amele mektebinde SOYLU RÜYALAR"ı yayımlamakla, karanlıkta yürürken, yoluma çam çırasıyla ışık tutan kılavuzum olmuştu. Eskilerin deyimiyle, "Babıali sokaklarını aşındırmak, hatta o yokuşlarda aşınarak yok olmak" da vardı kaderde. Teknolojinin hızı, eskilerin yaşadığı, bir kitabı yazmaktan çok yayımlatmanın yorgunluğunu bana yaşatmadı.  O sancıları çeken bir yazar sıfatıyla, bu kapıyı aralayan Adnan Gündüz'ün, "para edebiyatın genetiğini bozar" felsefesini ilke edindiğini öğrenmiş bulunuyorum.

Örneğin en popüler bir yayın evi, “getir kitabını yayımlayalım, ünü arşa çıksın” derse bile, "arşa çıkacağına aşka çıksın” diyecek kadar da vefakâr kalacağım. 

--------------------------------------------------
Bu kitap ne anlatıyor?" diye soranlar oldu da, burayı okuyan ŞURAYI da okursa ne demek istediğimi daha net anlar diye düşünüyorum.



21.8.16

"amele mektebinde SOYLU RÜYALAR" kitabıma bir yorum

"Zihni Örer hocamın toplumsal zihniyeti tanımlayan eşsiz eserini büyük şevk ile okuyorum.Toplumun geliştirdiği,deyim veya atasözü kategorisine giren ve halkın yaygın kullandığı cümlelerin hangi toplumsal zihniyeti açıkladığını ustalıkla tarif ediyor.Sevgili hocam'a saygılarımı,sevgilerimi gönderiyorum." demiş Halil Doğan.

"BİREYSEL BİLİNÇ DEVRİMİ
Zihni hocam'ın bu kitabını okurken Maxim Gorki'nin"Ana" kitabının merkezinde bulunan Pavel Korçagin sürekli gözümün önünde canlandı.Tabidir ki dış görünüşü değil,iç görünüşü.
Bir yazar eline kalem aldığı zaman esasında dünyada bulunan insanların tümü eline kalem almış demektir.Ele kalem almak bireysel bir davranış değil,evrensel bir davranıştır.İnsanlığın tıkandığı noktalar tüm insanlıkta ruhsal bir sıkışmaya sebep olur,bu huzursuzluk yazarda daha da yoğunlaşır ve onun doğurduğu kitap bu sıkışmanın terapisi olarak kendine düşen görevi yerine getirir.Ve bu kitap tüm insanlığın içinde bulunan sıkıntıyı temsil eder.Her kitap,okuyucunun kendisini ve çevresindeki koşulları tekrar tekrar incelemeye almasını gerçekleştiren bir amaç için doğar ve hatta yazar,kendisinin aşmakta zorlandığı noktaları aşma görevini okuyucuya yükler.Bu şekilde içinde taşıdığı sıkıntıyı rahatlatmaya çalışır.
Maxim Gorki,çarlık toplumunun sovyet toplumuna değişmesini tarif eden stili ile ölümsüzleşmiştir.Ancak Rus toplumuna spesifik davranış kalıplarını analiz ettiğinden ve de o toplumun dilinde en önemli ve kimliği oluşturan deyimleri kullandığından dolayı çevirisini okuyan üzerindeki etkileri,Gorki'nin beklentilerine cevap vermeyebilir.Örnek olarak,Zihni hocam'ın bu kitabının yanında "Ana"kitabı bir kontrol materyali olarak kullanılabilir,eğer amaç bireysel ve toplumsal davranışları anlamak ise.
Kitapta beni en çok etkileyen kısımlar,ülkemizdeki sadaka-sevap ilişkisinin kapitalizmin çıkar çelişkilerine verdiği destek ve emperyalist amaçlara toplumu hazırlama fonksiyonu üzerine olan analizleridir.Zihni hocam'ı kutluyorum ve dünya halkları ve gelecek olan nesilleri adına kendisine şükranlarımı sunuyorum."


Demiş sevgili Dostum DR. Halil Doğan. Muhteşem bir yorum:)
Emekli Dr. Halil Doğan

19.7.16

Yaz-ı aşkım


akdeniz akşamları


Fırtınalı mevsimlerde Bahar rüyasına yatarken huzuru  sayıklamışız yıllarca. Ayların on ikisi de üstümüzden silindir gibi geçti gitti acımasızca. Toz bulutları gerçeklerimize perde tutsa da, özümüzde matlığa boğmadık onu.  Öldürmedik, soldurmadık. Oysa dışımız dışa bağımlıydı, dizginleyemedik! “Gülümsemek sevgidendir” dediler, biz ancak sırıtabildik dudak payımızla. Milletçe sevgiyi nefrete kurban ettik ister istemez. Atmosfere nefret üfleyenlerin kurdu düştü ciğerlerimize de ondan. Meğerse kurt bulanık havayı severmiş...

Aşk şarkılarına yabancı kaldık çoğu zaman; aşkımız  pas, sevdamız yas tuttu hasretlikten. Top, tank ve toma paletlerinin seslerinden  metal müzik yaptık hayalen. Eskiden arabeskin ağıtlarını kahpe feleğe bağlardık, son zamanlarda metallerin bestelerini serseri ölümlerin cenaze marşına bağlıyoruz!
Tarihin en arka vagonunun tekeri de kırıktı; hızlandıkça "takır-tak" sesinden ritim üretrdik. Ve dans ederdik alafranganın taklidine binaen. Anıları da tarihin ileri vagonlarına yükledik ister istemez.  
20 Temmuz 2016. Baharın büyüsüyle “ful şarj” olarak yaza girmiş bulunuyoruz. Oysa, “girmez olaydık” diyecek kadar nedenlerimiz birikti son zamanlara! Biriken öfkelerin bendi kim bilir kaç şiddetlik deprem biriktirecek  ileriki yıllara. “Kara günleri” başka renkte düşünmek mümkün mü!  
Bahar nergiz kokulu aşktır da, yaz yanığı nedir, bilen var mı?

Ne baharlar gördük de hepsini görmezden gelip, tarihe gömdük belki çimlenir diye. Hep öyle olmaz mıydı? Biri gider, biri gelirdi; ancak en sonuncusu kalırdı aklımızda. Bir de kopardığımız taç yaprakların parmak ucundaki “seviyor-sevmiyor” lekecikleri. Toy zamanların palavra yüklü aşk mektupları başımızı döndürürdü aynı yönde.  Anlamı  içinde yüklüydü de hayal gücümüze tırmık çekerdi bütün gizemiyle. Tamamı edebiyat ürünüydü o zamanlar; yani  cep telefonuyla internetten birkaç zaman önce:
“ey sevgili, bütün denizler mürekkep, ormanlar kalem, gökyüzü kağıt olsa, sana olan aşkımı yazmakla bitiremem” diyesi gelirdi insanın. Yıldızlara kulp takardık, mehtaplara şiirler asardık. “Seni çok seviyorum”un  usturuplu yolunda aşk nağmesini bir başka notadan çalardık. Sonra, Divan Edebiyatının “süslü nesir” yığıntıları arasında, aç karnına bile aşk sayardık.

Yoksulun aşkı, zenginin hesabı olurdu her zamanki gibi! Hesapta  para, aşkta karavanaydı platonik türünden.  Platonu eflatuna çalardı soldukça, toniği cin olup çarpardı. Koşulların tam takır sevdası aşka boyun eğdirirdi de ondan…
Yaz sıcağı, deniz serinliği, orman gölgesi, gökyüzü mavisi ve bunlara paralel yaz ve yazı aşkı… “Her paralel kötüdür” demek ayıptır efendiler. Aşıklar paralel yürüdükçe aşkları karşılıklıdır da ondan.

***
Yaz aşkı yazı aşkının üzerinde ağırlık yapınca, nefes almak zorlaşabilir bazen.  Zira, her Ekim bir sonraki Bahar’a gebedir devrimler gibi. Sonra, “hazan” mevsiminden “hasat” mevsimine ne kalır ki oracıkta. O zaman yeni bahar yeni bir anlam kazanır aşkla.

20 Temmuz Akdeniz Akşamları. Gökyüzünün en duru mavisine serpiştirilmiş yıldızları sayıyorum. Onların en parlaklarını bir bir sevgilinin saçlarına  Divan edebiyatı kıvamında takıyorum. Akdeniz otellerinin yıldızlarıyla mehtabının yıldızlarıysa “yıldızlar savaşında” her akşam.