(oysa aşk tartışılmaz yaşanır diyenlere saygıyla)
GüLten
GüLce Sevgili Evrim Devrimciğim paylaşımın altına, yorum
yazıp, hop kaçıyorsun.. cevap yazıyorum görmüyorsun bile....🙂☺.bu Evrim
Devrim'e göre bir davranış değil.. yoksa, sevgili Zihni hocamın bedduası tuttu
da aşık mı oldun..😃😆
Evrim
Devrim Sevgili Gülten'ciğim ve
sevgili Zihni Örer hocam aşkı tartışabiliriz. Yani
olmayan birşeyi...😂
-Aşk üzerine bir şiir altı tartışmada sevgili Evrim Devrim
bir rest çekti ki bunu bir düello olarak aldık ve sevgili şiirkolik Gülten
Gülce ile birlikte Evrim’in restine rest çektik. Kısaca, “hadi aşkı tartışalım” dedik. Böyle
okyanus derinliğindeki bir konuda (gençlik yıllarında) kulaç atmanın,
tecrübesiyle ve şu an bile damıtılmış
aşkın mutluluğuna yürek hoplatan biri olarak, “pilavdan dönenin kaşığı
kırılsın” gazıyla kolları sıvadık. Maç böyle başladı.
Neyi nasıl tartışacağımızın ip uçlarını verdik.
Evrim dedi ki “aşk da din ve tanrı gibi insan hayatında
uydurulmuş bir kavramdır, kendinizi aldatmayın”. Tam böyle demediyse de buna
yakın bir iddiaydı.
Gülten dedi ki “ben aşka inanırım, aşksız hayat yağsız yenen
bayat ekmeğe benzer, o hayatı mideye indirirken yutkunmakta zorlanırsınız,
belki de nefessiz kalarak hayat size işkencehane olabilir” demek istedi.
Ben(deniz) de dedi ki “Aşk, irade dışı, hormanal
tetiklemenin sonucu olan bir uyuşturucu duygudur”.
Her ne kadar aşkın ciğerini ezbere biliyor olsam da, aşkın
insan beyninde ne gibi değişiklik yaptığını hep merak ederdim. Bu konuda uzman
yazıları okurdum. Bir zamanlar arşivime aldığım birkaç yazıdan birini buraya
alarak bombayı patlatayım dedim. Tartışılacaksa da beyindeki aşk kimyasallarını
harekete geçiren bölümlerin latince terimlerini ezberlemek kolay olmayacaktı.
Bu nedenle uzmanını okumak çok daha yerinde olacaktı.
Zihni Örer,
Freud da buna benzer yaklaşıyordu konuya (tatmin edilemeyen cinsel arzu). Bir
yanıyla aşkın tanımında yeri vardır ancak, eksik kalır diye düşünüyorum.
Aşkın yaş kategorisine göre biçim değiştirdiği bir
gerçektir. Sevda dönemi, kırmızılaşma dönemi, kara sevda dönemi, soğuma dönemi,
olgunlaşma dönemi...
"Kadinlar ve erkekler neden birbirlerinin
kalcalarina bakiyorlar," diye yazmışsın ya yukarıda, kalçaya bakmak ile
aşk arasındaki ilişki, belediye nikahı ile muta nikahı arasındaki ilişkiye
benzer. Yani, kalçadan bir aşk çıkmaz ama, gözden ve endamdan çıkar. Sonra
nereye varır, kimse kestiremez sonucu😄 Aşk "gözde
başlar, dudakta devam eder, yatakta sona erer" diyenler de var.
Dr. Emine Filiz Uluhan diyor ki
İnsanların en özgür olduğu yer hayalleridir ve aşk hayal edilenle gerçek
arasındaki fark anlaşılıncaya kadar olan süreyi kapsar. Cinsel doyum sağlamaya
yönelik aşerme durumu, belirli bir zaman diliminde idealize edilen bir partnere
odaklandığında aşk ortaya çıkar. Elele olmak gözgöze gelmek gibi basit
davranışlar bile beyinde aşk molekülü olarak bilinen feniletilamin artışını
tetikler. Beynimizde kan akımı değişiklikleri ve nörokimyasallarda
değişiklikler olur. Testesteron artışı ile kişi istekli ve eforiktir.. Aşksız
seks sıradan bir yemek gibi iken aşk ile yaşanan seks ziyafet sofrası gibidir.
Aşk cinselliğin haz garantisidir. Noradrenalin enerji ve heyecan artışı sağlar.
Güzel anılarla ilgili hafıza kayıtları ve hatırlama artar. Uyku ihtiyacı ve
iştah azalır. Serotonin azalması ile takıntılı zorlantılı hastalarda olduğu
gibi inatçı, tekrarlayan düşünce biçimi olur.
Zihni Örer, aşk gerçek bir olgu, ama kızamık gibi her
beden en az bir kez tadar, özellikle (senin de vurguladığın gibi) cinsel açlık,
benim vurguladığım gibi yasakçı toplum, görgüsüzlük... vs gibi durumlar kırmızı
aşkı tetikleyen etkenlerdir. Bunlara rağmen "olgun aşk" denilen bir
türü var ki insan üstünde uyur gibi durmasına rağmen, bazı olaylar onu
tetikleyerek açığa çıkarabilir. "Olgun aşk" daha çok kendini
"sevgi" olarak dışavurur. Düşün kü iki sevgili/eş birlikteyken o
aşkın belirtilerini yansıtamazlar ama büyükçe bir kriz ile kaşılaştığında
kızarmaya başlar. Hele kopma noktasındayken kontrol kaybolabilir. Bir mahkeme
koridorunda geçen boşanma öyküsü yazmıştım geçenlerde. İşte o olgun aşktır.
Zihni Örer Aşk,
Arapça!dan geçme bir sözcükmüş. "Aşaka" sözcüğünden türetilmiş ve
sarmaşık demekmiş. Bir yanıyla doğu ve ortadoğu kültüründe aşk böyle
anlaşılırken, diğer yandan Sanskritçede
bencillik, açgözlülük demek olunca, iki anlamı yan yana getirdiğimizde
aşkı farklı çağlarda ve kültürlerde farklı anlamak olağan sayılır. Mesela,
sarmaşık anlamıyla "olgun aşk"=sevgi, Sanskritçe anlamıyla da ergen
aşkı, yobaz aşkı, muhafazakar aşkı, kara sevda (ya benimsin ya kara toprağın)
gibi anlamlar yüklenebiliyor.
Zihni Örer Xristina
Yunan vatandaşıdır ve Türkçe bilmez. İngilizce çevirinin Yunancadan daha net
olduğundan böyle yazmış olabilir. Sen bu yorumla ilgilenmesen de bir ilgilenen
çıkabilir. Herkes neyi nasıl anlıyorsa öyle yazmakta özgürdür. Sadece hakaret
ve küçümseme yasağı vardır. İşine yarayan alır, yaramayan almaz. O yazının
senin sayfanda yük olduğunu düşünüyorsan, etiketi kaldırayım. Benim tarzıma
gelince, ben ne düşündüğümü yazarken asla kırıklık, yamukluk hissetmem. Ancak,
empatik ve felsefi tartışma tekniğinin, bir konunun saf haliyle anlaşılmasını
kolaylaştırdığını bilirim. Bu bakımdan, elimde makas ve hançer tutarak
sayfalarda dolaşmam😄. Öyle çarpışarak
tartıştığım platformlar oldu geçmişte. Ama şimdi farklıyım. Tarzımı taklit
etmeni öneririm😄
Zihni Örer
bu noktada Oryantalizmi devreye koymalıyız. Yani aşka doğulular nasıl bakıyor,
batılılar nasıl bakıyor... Bir yerde Oryantalizmi kısaca tartışmıştık. Aslında
bu açıdan baktığımızda da aşk anlayışındaki farkı görebiliriz. Burada siysi
parti tutar gibi aşk tanımı taraftarlığı yapıyor izlenimi versek de, her üç
açıdan bakışın da gerçekliği vardır. Ancak, her bir gerçekliğin bütün
kültürlere uyarlanması doğru değildir. Onu demeye çalışıyorum.
Zihni Örer Evrim Devrim ve
sevgili GüLten
GüLce, Aşk tanımı konusunda her ikinizden de farklı düşündüğüm doğrudur.
Çünkü, her ikiniz de birbirine zıt farklı uçlardasınız. Biriniz aşkı salt
ruhsal, diğeriniz salt bedensel görüyorsunuz. Oysa beyin nörolojisi
incelendiğinde, aşk belirtilerinde her ikinizin de bakış açısından gerçekler
var. Bu tartışma ideolojik tartışmalarda anladığımız çıkar çelişkisiyle izah
edilemez. Birçok yerde yazdım, aklınızda sadece imalar kalmış olabilir. Tekrar
özetliyorum: Aşkta cinsel dürtülerin yeri oldukça fazladır. İlk tetiklenmenin
kökeninde de cinselliğin yattığı gerçektir ancak, bu cinselliğin, tabulardan
dolayı farkında olunması bastırılmıştır. Cinsellik ne kadar bastırılmışsa,
duygusal gerilim de bir o kadar artmaktadır. Aşk, erişilmeze karşı aşırı istek
olarak da tanımlanabilir. Düşünün ki bir tuğlayı sadece beton, çimento ya da
kum olarak göremezsiniz. Onun içinde çimentosu, suyu, bazen su sızdırmaz ek
maddesi...falan vardır. Aşk da böyle. Cinselliği önemli yer tutmakla birlikte,
haz alma, uyarılma ihtiyacı aşkı ete kemiğe büründürür. Tartışmalarda nezaket
çok önemlidir tabi ki. Amaç karşı düşünceyi yok etmek değil, ya onun anlamasını
sağlamak, ya da onun ne dediğini anlamaya çalışmaktır. İletişim/tartışma tekniği
konusunda çok iyi övgüler aldığımı gururla belirtebilirim. Şu nada yaptığım
profesyonel işimin de gereği budur sevgili Cilloz, ne şiş yansın ne de kebap
konusu değildir bu. Doğru bildiğimden taviz verebilirim elbette. Neden? Çünkü
felesfi bakış açısında mutlak doğru olmaz.
Zihni Örer Kadınlarla
erkeklerin aşka yaklaşımlarındaki farkı açıklayan beyin fonksiyonundan bir
özellik daha.
Sexüel duygularla ilgili bulunan başka bir beyin bölgesi de “amigdala” denilen
bölgeymiş. Amigdala, beyinde temporal (geçici) lobun merkezinde bulunan
çekirdek gurubuymuş. Emosyon (yoğun duygu) denetimi amigdala tarafından
gerçekleştirilirmiş. Amigdala çekirdeğinde koku, tat, dokunma ve görsel
uyarılara yanıt veren spesifik hüce gurupları varmış. Görsel uyarılara yanıt veren
hücre sayısı daha fazlaymış. (endama, gülüşe, bakışa ve sempatik duruşa duyulan
aşk kavramının ip ucu).
Erkek amigdalası, dişi amigdalasından %20 daha büyükmüş. Görsel ve cinsel
uyarılara karşı erkek amigdalası, özellikle sağ amigdala çok hızlı aktive
olurken, dişilerde daha yavaş olmak üzere, sol amigdala aktive olurmuş. (sol
amigdala ile hayal kurarak algı ve yoğun duygu oluşturulması daha güçlü
denilebilir). Bu bilgi erkeklerde röntgencilik ve pornografinin daha yaygın
görülmesini ve kadınların görsel cinsel uyarılar karşısında erkekler kadar
hızlı uyarılmıyor olmasını açıklarmış. /M. Demircioğlu-özet
Zihni Örer Bu
tezi tartmak için iki farklı uygarlıkta bulunan insanların aşk konusundaki davranışlarını
incelemeliyiz. Nedir o? Yasakçı/dindar toplumlarla özgür toplumları, ya da aynı
toplum içindeki farklı kültürdekileri... Örneğin, hiçbir modern ya da sosyalist
toplumda bir erkeğin aşık olduğu kadına "ya benimsin ya kara
toprağın" yaklaşımı olmayacağını... ve hiçbir modern toplumda evli
çiftlerin anlaşmazlıktan dolayı ayrıldıklarında intikam döngüsüne girdiklerini
düşünemiyorum. Aşkın mayasında cinsellik çok önemli bir yer tutmaktadır. Aşkın
duygu dozunu belirleyen etken ise görgü ve özgürlükçülük/yasakçılık
derecesidir.
Zihni Örer
kadınlar kendi cephelerinden aşkın özgün yanını net olarak izah edemediler şu
an'a kadar. Ancak beyindeki amigdala fonksiyonu açısından baktığımızda, aşka
bakışımızın da birazcık farklı olduğunu anlıyoruz. Doğurganlığın duygu ve
düşüncenin kökeninde etkili olduğunu okumuştum bir yerde. Beyne gönderilen
sinyallerde amigdalanın çalışma biçimi böyleymiş. Tabi farklı algı oranı en
fazla %20 civarındaymış. Geriye kalan %80 oranında aşka bakış ve algı aynı
olduğu iddia ediliyor. Kadınların aşk krizine karşı savunma ve saldırganlığı da
erkeklerinkiyle aynı değil. Kadınların kaçma güdüsü bile aşktan taviz
vermezken, erkeklerde kovalama dürtüsü ancak aşkı görünür hale sokuyor. Kahrolma
derecesi bile farklı. Kahrolmaya dayanıklılık da öyle farklı....
Zihni Örer Sevgili Evrim Devrim,
88 kuşağından önceki nesiller kız arkadaşıyla cinsel ilişki bir yana, sevdiği
kızın bir tek saç telini ele geçirmek için kırk takla atardı😄 O
saç telini de kitabının sayfa aralarında ayraç olarak kullanırdı. Bir bilgi
daha vereyim, belirttiğim dönemlerde erkek, aşık olduğu kadını rüyasında bile çıplak
görmezdi. Üst beyin o kadar titiz çalışırdı. Libido tavan yaptığında bu ihtiyaç
aşktan soyutlanır, ancak şeytan ile işbirliği yapılır, başka suretlerde bu
sorun yorgan altında çözülürdü (ikiyüzlülük). Şahsen benim hangi kuşak
düzleminde yaşadığımı sorarsan, bulunduğum toplumdan en az 50 yıl (sosyalist
kültür öngörüsüyle) ileride yaşardım. Cinsel ihtiyaç dahil, asla egoist tutum içine
girmeye teşebbüs etmezdim. Ancak, içinde yaşadığımız toplumun ve ait olduğu,
ölümcül derecede sahiplendiği kültürün sorumlusu ben değilim. Bu bakımdan, o
yazdığın 68 kuşağı sevgili ilişkilerinin ayarından sorumlu olmadığımı, yüksek
(hasbelkader) Hollandalı kültür anlayışınıza takdim ederim efendim😄 Ve
internet çağında genç olmanın hazır avantajlarını yaşayanların sevgili
ilişkilerindeki kazanımları da yeni nesillerin emek vererek kazandığı bir
uygarlık değildir. Öyle ki, sevgili GüLten GüLce'nin
de anladığını düşündüğüm özgün aşkın özgül ağırlığı bile yok yeni nesillerdeki
aşk görüntüsünün. Bizler, sevgiliye mesaj ulaştırabilmek için el kadar bir
kâğıda mektup yazıp, bir kibrit kutusunun içine koyarak, evin balkonuna basket
topu gibi atarak ulaştırdığımız başarının keyfini sizin nesiller asla bilemez.
Pencere camının buğusuna onun adının baş harflerini yazmanın verdiği huzuru
yeniler bilmez. Mahallenin bahçe duvarına kırmızı boya ile oklu kalp resminin
yazana verdiği haz (sahte bile olsa), msn çetleşmesinde reva görülen sahte
cümlelerden çok daha düzeyliydi. Ayrıca, beni tabu tartışamaz konumunda köşeye
sıkıştırmaya çalışırken, 90 sonrası nesilleri ile öncekilerin yaşadığı aşkın
özgül ağırlığının farkını bilemezsiniz. Ve sonuç olarak, bilgi paylaşımı
çerçevesinde pornografiyi bile en ince ayrıntılarına kadar tartışabileceğimden
emin olabilirsin. Başka sorunuz? sevgili fesat Cilloz😄📕 (anlaşıldı,
bu konuda bir öykü kitabı yazmak farz oldu)
Zihni Örer Aşkın
olduğu yerde uyku tutmaz😄 Uyku aşktan kaçar
ama aşk uykunun kalbine oturur, kimyasını rüyaya ipotek eder. Aşkta zaman ve
mekan yoktur.
Zihni Örer müslüman
toplumlarda aşk olayı varsa, müslümanlığa rağmen kaçamak yapılıyordur. Yoksa
müslümanlıkta insanın insana aşkı olmaz, ancak ya peygambere ya da Allaha aşk
mümkündür. Müslümanlıkta evlilik sadece nesil çoğaltma, kadının sosyal güvenliği,
erkeğin de midesine ve cinselliğine hitabeder. Romantizm, aşk, eşitlik yoktur. Evlilerde
amir-işçi ilişkisi söz konusudur.
Zihni Örer
yukarıda bilimsel analizlerdeki latince sözcükleri parantez içinde çevirdim, bu
duygunun insan beynindeki işlevini anlamaya çalıştık. "Aşkın binlerce
tarifi olur" denmesinin nedeni beyindeki değişimleri bilmemekten
kaynaklanıyor. Belki de bu konu ilk kez bu kadar detaylı tartışılmıştır. Öyle
muğlak cümlelerle anlaşılması imkansız. Ancak aşk konusuna yaklaşımı, bir
ideolojiye yaklaşım gibi algılayanlar var. Aşk insana haz veriyor, burası doğru
ama bu meret doğru anlaşılmadığı zaman çok yıkımlara da neden olabiliyor.
Zihni Örer Evrim Devrim bilginin gerçekliğine itirazım yok.
Zaten aşk denilen olgu dna'nın ilk beslenme gereksinimindeki hamlesi değil, o
hamlenin beyin bölgesinde geliştirdiği duygu süreciyle birlikte düşünüldüğü
andır. dna'ların doğadaki hamlesinin ilk adımı beslenmek, yaşama tutunmak
amaçlıdır. doyduktan sonra senin dediğin kopyalanma aşamasına girer. Tekrar edersem,
aşkın kökeninde kopyalanma hamlesi dediğin üreme süreci varken, bu süreçteki
maceranın oluşturduğu duygu birikimine de aşk diyoruz. Hatırlarsın belki, bu
konuyu elektromağnetik oluşumla anlatmaya çalışmıştım. Elektromağnetik oluşum
ölçülebilir olduğundan, duygu oluşumunu açıklamak daha kolay oluyor.
Zihni Örer GüLten GüLce bütün yorumlarımı bir araya
getirdim. Az sonra sayfanın en altına yapıştıracağım. Kadınların İlk anda
cinsel istek duymuyor görünmesinin nedenini yazmıştım. O gizli şifre gibi dursa
da Evrim Devrim'in yazdığı gibi ben "doğurganlık" diye yazmıştım,
üreme yeteneği olarak da tarif edilebilir. Bir de bastırılmış duygunun şifresi
gizli tutulma zorunluğunun da etkisi büyüktür. Üstte yazdığım gibi konuya
formel mantıkla değil, canlılığın diyalektik sürecine bakılırsa aşkın da ne
olduğu anlaşılır diye düşünüyorum.