5.3.07

TOPRAKTAN BETONARMEYE YOLUM




.........Başka dünyaların da varlığını görebildiğimiz tek pencere, pilli radyomuzun hoperlörüydü. Çocuk aklımzla, radyodan gelen seslerin, kasanın içinde mekan tutmuş, cin-peri olduğunu düşünmek kaçınılmazdı.  Cin-peri, çocuk aklını zapt etmenin en ucuz araçlarından biri olarak, daha öncelerden yüreğimizin taze köşegenlerine  monte edilmişti . Hep karanlıklarda, gizli yerlerde saklanan cellatlarımızdı onlar. Özellikle kadın ve çocukları "hızaya getirebilme"nin dini şantajlarından biriydi. Büyüklerin hayatını, değerlerini, inançlarını dayatmanın alternatif sopalarındandı "cin-peri-şeytan" üçlüsü. Gelenek kelepçesinde kıvranan büyüklerimizin tarzını taklit etmek, hayatımızın en katlanılabilir çerçevesi sayılırdı......

  İlk Okul sevdamızı "vatan sevgisine" ittiren güçler "başka dünya" varlığına hayal kurmamızı engellemeye bir araç icat edemiyorlardı.  Bu fırsatı ganimet bilerek, uygarlık yolculuğunun işaret taşlarını böyle döşeyebilmemi kışkırtıyorlardı adeta.
....................
On yaşımda köyün gelinlik kızlarının çeyizlik işleme bezlerine resimler çizerken, kabımın darlığının farkına varıyor, yörenin kapanıklığına ve karanlığına inat, farka koşmanın güdüsüyle coşuyordum.

Tükenmez kalemle beyaz işleme bez üzerine çizdiğim resimler daha çok, hız ve emeği simgeleyen at resmiydi. Sonra sevgiyi, aşkı, temiz duyguları, sıcakkanlılığı, çiçek ve tomurcukları bağrında taşıyan baharın renklerini… daha başka, özgürlüğü, masumluğu, toplumculuk ritmini ve geniş çaplı gözlemciliği simgeleyen kuş resmini….

Çizdiğim resimlerin sıfatları çocukça öngörünün işaretleri değil, içime yansıyan uygarlık ışığının dürtüsü olsa gerekti.
Gelinlik kızların, çeyiz bezlerindeki çizgi üzerine iplikle işlediği nakışlar, dar bölgede içine gömülmüşlüğün, aşkın ve duygusal açılımın, erkeklerinin kör tarafından uzatılmış, bez üzerine düşen hayalleriydi. Baba tarafından başlık parasına satılacağının çelişkisine aldırmayacak kadar mutlu kızlar.
Bu sanat dayanışmasıyla genç kızların bir çeşit sırdaşlıklarını kazanmanın ödülünü, iplikten boşalan makaranın sahibi olmakla kazanıyordum. Bu makaralar ileri yıllarda zorlanacak bir kapının habercisi gibiydi.
Makarayı duvarda yürütmek projesi…..
Çelişkilerin ve yoklukların hayallere ket vurduğu bulanıklık kamçı mıydı, yoksa sürtünme mi bilemiyordum.
Kağnı arabalarına koşulan, sırtı nodurdan yaralanmış öküzlerin isminden önce “..afedersiniz..”ifadesi ve ağır yükün altında düştüğü zaman, kesilip etinin yendiği ve kent yaşamına girdikten sonra göreceğim, “aslan, kurt ve tilki” gibi asalak karakterlerin egemenliği ve benzer bir sürü şeyler?

Dinamizm, ilerleme, yenilik, yaşamda ne varsa kavrama, ona dokunma ve yenisini yaratma güdüsü, ham hayallerimin işlenmesine istekliliğim, ardımdan esen yelin itkisiydi.
O bir teknoloji büyüsüydü, o bir hız ve özgürlük müydü? Yoksa kırmızı atımın toprak yollardaki rahfan gidişinden daha fazlası mı?
Okuma sevdası böyle doğdu içimde. Tarlanın beden gücüne bağımlılığıyla, bedenimin okuma sevdasına bağımlılığında, aşığın platonik tutkunluğundan habersiz olan sevgiliyi oynamak kalıyordu bana.

Makara resim öyküsü bu yola çoktan itmişti beni. Yerin yedi kat dibinden, yer yüzüne kaç milim çıkabileceğimin de gururu....
Toprak ve Betonarme arasındaki yol, bize reva görülen, dayanacağımız hayat diye elimize tutuşturulan, iki ucu boklu değnek değil miydi!

Topraktan fırlayıp betonarmeye savrulan hayat kütlem aklımı şüphe, itiraz, isyan ve yeni arayışlara yoruyordu.
Kültürel ve siyasal gelenek, din ve bunların öznesi olan zenginliğin gücü sopa gibi tepemizde duruyorken...

O kültürün hayattan tad alma kompleksine etkisini törpüledi. Paylaşılanlar ile paylaşılamayanlar arasındaki farkın şifresine çomak sokabilmeyi çoktan tetikledi.
"Acıları bal eylemeye" katlanma sabrının, platonik aşkların ve arabesk hayatların kökü üzerindeki toprak kalkmalıydı; yerine beton kütleler dökülmeliydi.
..........................
Sürekliliğini boşvermişlik ile boşbulmuşluk arasındaki kör döngüden alan baskın kültürün gizine mum ışığı yakabilmek için, aşk ve kan testine vurduğumuz bir başın tansiyonu olacak bu öykü....

Kaderden düşünceye, düşünceden eyleme, eylemden güvenlik gereksinimine uzanan bir yolun hikayesi...

Küçük ayrıntılar:

BURADA ve BURADA
daha küçükleri-genel:burada

8 yorum:

gaykedi dedi ki...

Ah gözümü kamaştıran ''Uygarlık Işığı'' , ahh ''Aydınlanma'', beyinlerden bin yılların katranını zehirini atma...tabulardan beynimizi yavaş yavaş ayıklama, benim hala umudum var insanlıktan bazen karamsarlığa düşsem bile Zihni Bey daha....bu arada size sitemde "link" verdim :)

zihni örer dedi ki...

Teşekkür ediyorum gaykedi.

Mücadele her zaman umudun peşinden yürür.

aysema dedi ki...

Ben de siteme ekledim sizi.

Umudumuz yeşeriyor güzel beyinlere ulaştıkça. İyi ki siteme not düştünüz, iyi ki sitenizi buldum. İzlemeye devam edeceğim...

Eleştirel Günlük dedi ki...

Ne guzel yaziymis bu... Ellerine yuregine saglik hocam..

Eleştirel Günlük dedi ki...

Ne guzel yaziymis bu... Ellerine yuregine saglik hocam..

Düşünbil İM dedi ki...

KADIN - ERKEK EŞİT OLSAYDI? adlı yazınızı dergimizde yayınlamak istiyoruz.. Sevgi ile...

Not :İsminizi verirseniz sevinirim.

DüşünbilDergisi
http://www.facebook.com/profile.php?id=100000161062063&ref=profile#/profile.php?id=100000161062063&ref=profile

http://dusunbil.blogspot.com/

Adsız dedi ki...

İnsanın kendi içinde keşfetmesi gereken daha çok şey olduğunu, hiçbirşeyin önümüzü kesmesine izin vermeden uçulabilceğini hissettiriyor bu yazı Zihni Bey. Yazılarınızla yeni tanıştım ve çok mutlu oldum.

zihni örer dedi ki...

Sevgili Bahar'la gelen,

çiçek ve tomurcukları bağrında taşıyan baharın renklerini..

Evet haklısın, "bahar"ın renkleri
ve sürü şeyler....

Mutlu olmanıza sevindim:)
katkınız için çok ve daha da çok ve en çok teşekkürler:)