14.5.07

BİNDİĞİ DALI KESENLER



Uydur-kaydır konu kıvamında olsa da, mizah edebiyatına hizmetim olsun istedim.

Olayın aslı 80'li ya da 90'lı yıllarda ABD’de geçer. Ülkemizdeki benzer parçalarla bir araya getirdiğimizde, mizaha giden bir yol haritası çıkabilir düşüncesindeyim.

Lorel Badbit (yanlış yazmış olabilirim), kocasının çapkınlığından, sapıklığından ve saplantılarını engelleyememekten dolayı krize girmiş. Bu adamı kendime nasıl bağlarım da uslandırırım diye  günlerce, aylarca bir çözüm düşünmüş.
Kocasını bir şekilde ikna etmiş olacak ki, doktora gitmişler; kontrolde adamın hormonal kapasitesinin üst beyin kontrolünden çıktığı tespit edilmiş. Durum öyle olsa da, adam tedaviyi reddetmiş.

 Bir gece yine kadıncağızın uykusu kaçtığında sabaha kadar çözüm düşünmüş. Zor adamı hiçbir tedavi ve telkinin ikna edemediğine inandığından, o günün akşamında bir uyku hapıyla adamı komaya sokup, erkeklik organını kökünden kesmeye karar vermiş. Ve dediğini yapmış.

Böyle bir olayın kamuoyuna ilk kez taşmış olması, hukuksal, psikolojik, sosyolojik, edebiyat, ahlaksal, etik, metik… ne varsa yaşam kurallarına dair, her konuya vurulmuş, sınır ötesi tartışma konusu olmuş.




Bizde de çok şey yazılıp söylense de, Aziz Nesin’in bu konuda ne düşündüğünü merak edip sormuşlar:

"Üstad, herkes bir şeyler diyor, sen ne diyorsun bu işe?  Türk erkekleri karısını aldattığında, sapıttığında, Türk kadınları böyle mücadele ve cesaret örneği verebilirler mi?


Aziz Nesin cevap vermiş, "Türk kadınları hoca fetvası üzerine yaşarlar. Bu yüzden benim gibi ateyizleri değil, Nasreddin gibi Hoca'ları dinlerler, 2.3. ve 4.lüğü kabullenir, yine de bindiği dalı kesmezler"



Zihni Örer

not:itü sözlükçüler 6. şıktaki ni buradan koparmışlar yine. evde kalasıca aysigma!

1.4.07

toplumların talep-dönüşümü süreçleri

ÖZET OLARAK

1-Geleneksel Toplumda:

İŞLEM MANTIĞI:1+1=1 insan eder

İŞLEM SONUÇ NEDENLERİ: Egemen olan krallar ve derebeyler, insan topluluğunu bir sürü gibi görürler. Emretmenin ve itaatın dışında bir iletişim şekli geçerli değildir. İŞ YOK İNSAN ÇOK, az ile yetinme kaygısızlığı ve örgütsüz toplum.

BEYİN HAREKETİ : Beyin hareketine ihtiyaç yok. Sadece bedensel itaat için koşullanmak var. “iman” bu toprağın ürünü olsa gerek.

SONUÇ: Geleceğe, sorumsuz, isteksiz ve yoksul bir toplum devreder.


2-Sanayi toplumunda:

İŞLEM MANTIĞI :1+1=2 insan eder

İŞLEM SONUÇ NEDENLERİ: Sanayi toplumunda çoğulculuk önemlidir. Ağır sanayide büyük işler çok sayıda insan gücüyle yapılabilir. Belki de “birlikten kuvvet doğar” sözü ve “beygir gücü kavramı” daha çok, bu dönem için geçerlidir. İş ağır, insan çok, ücret düşük, makineye köle gerek.

BEYİN HAREKETİ:Yönetici, beyninin sol lob komutuyla para hesabı yaparken, çalışanlar, beynin sağ lob komutuyla duygusal-romantik dünya ile yetinirler. Güncel ihtiyaçların karşılanması yeterlidir.
Zamanla, artan ihtiyaçların farkına varırlar, yeni talepler ve örgütlenme düşünceleri gelişir.

SONUÇ: Zengin-yoksul ikileminde süren bir hayat ve sınıfların egemenlik savaşları politik arenada sürer. Çalışanların sosyal güvenlik talepleri artmaya başlar. Örgütlenmenin önemi fark edilir.

3-Bilgi toplumunda:

İŞLEM MANTIĞI: 1+1=3 …ya da, 4,5, 6 insan eder

İŞLEM SONUÇ NEDENLERİ: Teknolojinin milenyum hızıyla geliştiği günümüzde, yaratıcılığın ortaya çıkarılması için beygir gücü yerine beyin gücü daha fazla önemsenir. BİLGİ VE ÜSTÜN PERFORMANSA GEREKSİNİM VARdır.
Örgütlü çalışanlar ile başa çıkmak zordur ve masraflıdır.
Verimi 3, direnme ve isteme gücü 1 olan daha karlıdır.
Benim karım (param) çoğalsın, altta kalanın canı çıksın anlayışı egemendir.


BEYİN HAREKETİ: Beyindeki duygusal zeka (EQ)’yı çalıştıran sağ lob’uyla, mantıksal zeka (IQ)’yı çalıştıran sol lob’unun fonksiyonlarının bütünleşmesiyle, sayısal-sözel yetenekleri taşıyan multi fonksiyonlu uzmanlık oluşur.

SONUÇ: Çalışma yaşamında sosyalleştirmenin hilesi bulunmuştur. Süpermen modeli yönetici-uzman insan modeli peşine koşturulur. Empatik ve sinerjik ilişkiyi “az”a razı etmekte ve ürününü ytturabilmekte kullanabilen yani,
Psikolog-Mühendis-pazarlamacı özelliğinde bir insan ortaya çıkar.

açıklama devam edecek






18.3.07

SOBELENDİM

SOBELENDİM, GÖREVİMİ YAPTIM
Bende Zihni Beyi sobeliyorum o zaman.Zihni Bey , eger kabul ederseniz, siz hangi esyalarinizi kullanmayi daha cok seviyormussunuz ögrenelim bakalim...
denmişti,

BURAYA TIK DE zaman ayırdığım konular resimlensin (söz ile değil, maus ile:))

Taşı kime atsam?
En esrarengiz olan kimler var listemde?

XSİ
eleştiri uzmanı, daha sonra "kritize"ye daveyt edeceğim. İyi bir i,nsan.

KNZ Mekanına sık uğramasa da bir şans? Knz yüreği en iyi için çarpan iyi bir dost.

MİSAL konuksever ve dostcanlısı cici bir kız.

yeterli sanırım. neverland 3 demişti.

Sobelendiniz bay ve bayanlar.
Beklemekteyim.

16.3.07

"BLOG" VE GÜNÜN YAZISI

"Blog",  günlük tutma anlamına gelirmiş. Günlük tutmak bir anlamda kişinin kendinde olup biteni topluma yansıtmasına ve kişiliklerin en özgün yanıyla sunulmasına yarayan, toplumsal orkestranın melodik ritmini belirleyen bir fırsatlar teknolojisi.

Kağıt ve daha ötesinde ağaç katline giden yolun önemli oranda kapanmasını sağlayacak bir elektronik devrim gibi... profesyıonel yazarlığa atılacak adımların ilk basamağı ve kitap basımevi lobilerinin de bir anlamda kaprislerinin kırılmasına yarayan fırsaltlar bütünü.

Günlük hayata dair sosyal paylaşım, haberleşme,  amatörce ve maliyeti en düşük çapta topluma kendinden birşeyler katma fırsatı... velhasıl blog kısaca var olmanın  mikro fırsatı olarak topluma kendinden birşeyler katmayı kışkırtan bir araç olarak bakabiliriz.


günün yazısı

Duygularımın refleksine gün ışığı düştü bu gün.

Yaşamın canlı kalma kılıfına iç yaptığım anlam, yörüngemde turlar atmaya başladı.
Kuantumun kulakları çınlarcasına, güneşin fotonlarına çarpan mağnetizmam, miktarı bilinmedik enerjilere boğdu beni.
Saksıdaki sardunyalarımın cilvesine "nü" çeken, penceremde sevişen kumruların şahitliğine sığınmanın rahatlığındaki kıvancım, duygularımın bileşkesini kurmaya yetti.

Ertelemişim sanki ciğerimi yakan ve sağ duyuma sol çakan çirkinliklerin görüntüsünü! Mantığımın arada bir bahar uykusuna tatil çekmesi elimden çıkabilmekte.
Duygularımın ılık-ataklığı, yağmur öncesi sisin yarı saydamlığına çanak tuttu sanki.
Yoksa, gerçeklerin süzmesiz görüş alanını miyoplaştırma fark edişsizliğine dalmışlık mı?...

Ne ise, bir tad, bir uçukluk, bir melankoli sıcaklığının örtbas ettiği dinginlik….
Müzikler bir başka çalıyor bu gün.
Bütün renkler, 301’den yargılanmaya gönüllü...

Enflasyon ve sevgisizlerin tansiyonu, Evangeline Lilly’nin mayosunda
Ama no money nobody’de
Kedilerin ibadeti “Mart”tın, ozon canavarına yenik düşmesiydi belki de yitirme korkusunu aşka çeviren.
Vuralım gitarın tellerine bu gün, bir günlüğüne “serseri” olmaktan ne çıkar.

5.3.07

TOPRAKTAN BETONARMEYE YOLUM




.........Başka dünyaların da varlığını görebildiğimiz tek pencere, pilli radyomuzun hoperlörüydü. Çocuk aklımzla, radyodan gelen seslerin, kasanın içinde mekan tutmuş, cin-peri olduğunu düşünmek kaçınılmazdı.  Cin-peri, çocuk aklını zapt etmenin en ucuz araçlarından biri olarak, daha öncelerden yüreğimizin taze köşegenlerine  monte edilmişti . Hep karanlıklarda, gizli yerlerde saklanan cellatlarımızdı onlar. Özellikle kadın ve çocukları "hızaya getirebilme"nin dini şantajlarından biriydi. Büyüklerin hayatını, değerlerini, inançlarını dayatmanın alternatif sopalarındandı "cin-peri-şeytan" üçlüsü. Gelenek kelepçesinde kıvranan büyüklerimizin tarzını taklit etmek, hayatımızın en katlanılabilir çerçevesi sayılırdı......

  İlk Okul sevdamızı "vatan sevgisine" ittiren güçler "başka dünya" varlığına hayal kurmamızı engellemeye bir araç icat edemiyorlardı.  Bu fırsatı ganimet bilerek, uygarlık yolculuğunun işaret taşlarını böyle döşeyebilmemi kışkırtıyorlardı adeta.
....................
On yaşımda köyün gelinlik kızlarının çeyizlik işleme bezlerine resimler çizerken, kabımın darlığının farkına varıyor, yörenin kapanıklığına ve karanlığına inat, farka koşmanın güdüsüyle coşuyordum.

Tükenmez kalemle beyaz işleme bez üzerine çizdiğim resimler daha çok, hız ve emeği simgeleyen at resmiydi. Sonra sevgiyi, aşkı, temiz duyguları, sıcakkanlılığı, çiçek ve tomurcukları bağrında taşıyan baharın renklerini… daha başka, özgürlüğü, masumluğu, toplumculuk ritmini ve geniş çaplı gözlemciliği simgeleyen kuş resmini….

Çizdiğim resimlerin sıfatları çocukça öngörünün işaretleri değil, içime yansıyan uygarlık ışığının dürtüsü olsa gerekti.
Gelinlik kızların, çeyiz bezlerindeki çizgi üzerine iplikle işlediği nakışlar, dar bölgede içine gömülmüşlüğün, aşkın ve duygusal açılımın, erkeklerinin kör tarafından uzatılmış, bez üzerine düşen hayalleriydi. Baba tarafından başlık parasına satılacağının çelişkisine aldırmayacak kadar mutlu kızlar.
Bu sanat dayanışmasıyla genç kızların bir çeşit sırdaşlıklarını kazanmanın ödülünü, iplikten boşalan makaranın sahibi olmakla kazanıyordum. Bu makaralar ileri yıllarda zorlanacak bir kapının habercisi gibiydi.
Makarayı duvarda yürütmek projesi…..
Çelişkilerin ve yoklukların hayallere ket vurduğu bulanıklık kamçı mıydı, yoksa sürtünme mi bilemiyordum.
Kağnı arabalarına koşulan, sırtı nodurdan yaralanmış öküzlerin isminden önce “..afedersiniz..”ifadesi ve ağır yükün altında düştüğü zaman, kesilip etinin yendiği ve kent yaşamına girdikten sonra göreceğim, “aslan, kurt ve tilki” gibi asalak karakterlerin egemenliği ve benzer bir sürü şeyler?

Dinamizm, ilerleme, yenilik, yaşamda ne varsa kavrama, ona dokunma ve yenisini yaratma güdüsü, ham hayallerimin işlenmesine istekliliğim, ardımdan esen yelin itkisiydi.
O bir teknoloji büyüsüydü, o bir hız ve özgürlük müydü? Yoksa kırmızı atımın toprak yollardaki rahfan gidişinden daha fazlası mı?
Okuma sevdası böyle doğdu içimde. Tarlanın beden gücüne bağımlılığıyla, bedenimin okuma sevdasına bağımlılığında, aşığın platonik tutkunluğundan habersiz olan sevgiliyi oynamak kalıyordu bana.

Makara resim öyküsü bu yola çoktan itmişti beni. Yerin yedi kat dibinden, yer yüzüne kaç milim çıkabileceğimin de gururu....
Toprak ve Betonarme arasındaki yol, bize reva görülen, dayanacağımız hayat diye elimize tutuşturulan, iki ucu boklu değnek değil miydi!

Topraktan fırlayıp betonarmeye savrulan hayat kütlem aklımı şüphe, itiraz, isyan ve yeni arayışlara yoruyordu.
Kültürel ve siyasal gelenek, din ve bunların öznesi olan zenginliğin gücü sopa gibi tepemizde duruyorken...

O kültürün hayattan tad alma kompleksine etkisini törpüledi. Paylaşılanlar ile paylaşılamayanlar arasındaki farkın şifresine çomak sokabilmeyi çoktan tetikledi.
"Acıları bal eylemeye" katlanma sabrının, platonik aşkların ve arabesk hayatların kökü üzerindeki toprak kalkmalıydı; yerine beton kütleler dökülmeliydi.
..........................
Sürekliliğini boşvermişlik ile boşbulmuşluk arasındaki kör döngüden alan baskın kültürün gizine mum ışığı yakabilmek için, aşk ve kan testine vurduğumuz bir başın tansiyonu olacak bu öykü....

Kaderden düşünceye, düşünceden eyleme, eylemden güvenlik gereksinimine uzanan bir yolun hikayesi...

Küçük ayrıntılar:

BURADA ve BURADA
daha küçükleri-genel:burada