21.4.08

Mim'li hayatlar


Aslıberry “Mim”lemiş, sağolsun değer vermiş.

Zaten mimli herifin biri olduk, geleneksel yaşam biçimini değiştirdikten sonra:)
İş hayatımda mimli, mahallede mimli, askerde mimli, ve hatta aile-akraba içinde de hayatı mimli olarak sürdürmeyi seçmiş olmanın gurur ve şuuru üzerimde…

Mim dediysem, heyecanlanmayın, öyle ahım şahım mimlilerden değil… sıradan, “sempatik ve empatik mim” diyebileceğimiz dozda... Bu bile lüks sayıldıysa özellikle iş yaşamında, terfi ve hak ettiğiniz avantajların bütününü, “ağzınla kuş bile tutsan, bu kafayla sana mevki vermezler” özlü sözünü bir pankart gibi gördüm hep karşımda.

Neden? Mim dedik işte mimmmmmm…

Ya bir de mimli mahkumlar, anarşistler, sakıncalı piyadeler… onların yanında “mimliyiz” demek biraz ukalaca kaçıyor ama, neyse biz de kendi çapımızda mimli yaşadık işte.

Bu mimin özü neydi? Diye zahmet edip sormayın, hemen söyleyeyim:
Toplumsal ve kamusal ahmaklığın her bir zerresinde protest davranışlardı. Protest davranışların alt yapısı nedir? Diye sorabilirsiniz. Sormayın onu da diyeyim:Kamu organizasyonu tarafından verilenden fazla bilgi ve dürüstlük ilkesini kazanmak ve arzetrmektir efendim. Bütün suçum budur, bundan sonrası masumluktur efendim.
Şu koyu sözcüğe bir bakıverin lütfen, “bilgi” diyor.. işte aslıberry’nin bize yüklediği görev (başüstüne) bilginin kaynağı (anası) olan KİTAPtır efendim.
“Kitap” dedim de aklıma geldi, valla aklıma gelen her şeyi yazsam bir roman olur (havam batsın değil mi). Doğru diyorum inanın ki, kitap konusunda….. çooooook zengin bir konudur bildiğiniz gibi.

* * *

Geleneksel-ailesel kültürün uzantısıyla, tamamen “şeriat-İslam” kültürünün en derin (çoğunlukla politik) eserlerini okumak ve (militanca) yaymakla başladım lise sonrası 5 yıl kadar.
İş hayatımın ekonomik yarı-özgürlük dönemine girdiğimde, dışarıda başka bir dünyanın döndüğünü görünce, dünyaya paralel başım da dönmeye başladı.
Doktora danıştım, “kapalı yerden çıkınca, dünya dönüyorken başım da dönüyor. Dünya devam etsin de başımı nasıl durdururuz?” dediğimde, iki duble rakı iç demesin mi!
“Nasıl olur doktor, şu ana kadar hiç günah işlemedim ki”,
“doktor tavsiyesi günah olmaz” deyiverdi birden!
Eee? Rakıyı içersin, , dünya bir yana dönerken, kafayı biraz bulunca başın öbür yana döner. İki zıt kuvvet birbirini nötürler, yani dönen başın durur, etrafını daha net kavrarsın demez mi! Heyecan sevdası bastı yüreğime hemencecik.

Buradan ötesini ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. (eee, mim ne olacak ya?)
Yani, şu an en son elimde bulunan kitap “hegel felsefesine giriş” bittiğinde, onu yontacak bir kitap sırada bekliyor:”felsefenin başlangıç ilkeleri”/georges politzer.
Bakmayın “başlangıç ilkeleri dediğine, birkaç sayfa çevirdim de, “marksit (diyalektik materyalizm)felsefesi çerçevesinin içini dolduruyor gibi.
Bu bileşimi ayrı bir başlık halinde güncel anlayışa paralel yazmayı tasarlıyorum (inşallah).
Bu Mim başlığına koşut bir düşünce dizisi yapmıştım aha BURADA


SANAL DÜNYAnın KİTAPLARI AĞAÇ KOKMUYOR AMA!



"İnternet icat oldu mertlik bozuldu" diyecektim.... demedim. Suçun internette değil, günlük zamanını planlı ve dengeli kullanamayan bizde olduğunu anladım. Eskiden evden çıktığımızda, diğer işlerin ve başıboş gezmelerin dışında bir de kitapçı vitrinleriyle yüzleşirdik. Sergideki kitapların çeşitli konu başlıklarını gördükçe, kültür dağarcığımızın daha ne kadar boş ve hacmının küçük olduğunu anlardık. Bizi tahrik ederdi vitrindeki kitap dizileri ve onların ağaçsı kokuları...
Günlük yaşamın pürtlettiği stresin ilacını bu vitrinlerde bulabilirdik. Sigara bu yüzden "stressavar" olamamıştı yaşamımda.
Yeni dünya düzeni, yaşamımıza ve içindeki davranışlarımıza yeni bir biçim verince bilgisayar başına kilitlenerek, İslam peygamberinin sözünü tedavüle koyduk farkında olmayarak: “düşmanın silahıyla silahlanmak”.
İnsanları sosyalleşmeden alıkoyan, olası örgütlülüğü moleküllerine kadar dağıtıp, odamızın daracık köşesine sıkıştırıldığımızda, orada kocaman bir dünya yaratmalıydık. Bütün bilgilere ve ortak niyetlere daha rahat erişebilmenin avantajını kullanabilmeliydik.

İnternet ile kitap vitrini arasındaki fark ile, (harcanacak kağıtların ana maddesi olan ormanların gürleşmesi nedeniyle) teselli bulabilmeliyiz.
Bilgisayar ekranında orman yeşilliğinin resmine razı olurken, tutsaklığa arada bir ara verip, gölgesinde uzanabilmeyi ve bazen dalların arasından gök maviliğne doğru "uzun yolculuğa çıkabilme gerçek özgürlüğünü" de kendimize çok görmemeliyiz. Çünkü, bilgiyi de enerjiye ve oradan mutluluğa çeviren oksijendir./zihni örer




Mim gülünü, sevgili Edi’ye


ve


Neverland'a atıyorum.


İlk kez bu kadar isabetli, hem de “12” den vurulmuş mim diyebilirim.

(Ama, sevgili neverland icralık olacak bu gidişle )
Sevgi ve saygılar efendim.

6.4.08

KAPİTALİST TEZGAH



Sosyalizm, sanayileşmeye atılan ilk adımlarla birlikte, icraatın toplum üzerindeki etkisini de izleyerek, aynı zamanda siyasal tavrını da koyarak, nefesini kapitalizmin ensesinde hissettirmeye devam ediyor.

* * *
Kapitalizm, “kölelik-derebeylik-feodalizm” dönemlerinin “mehter marşı hızındaki” süreci olduğundan, geldiği noktada, sadece üretim araçlarındaki model ile buna uyum davranışları değişti. Yeni adı Neo-liberalizm oldu. Dolayısıyla “milliyetçilik” ekolü, kapitalizmin sınırlarındaki dikenli tellerin adı olmaktan öteye geçemedi.

Neo-liberalizm  dikenli tellerini, yoksul ülke insanlarının “kontrolsüz emek göçüne” karşı kullandı. "Sosyalizm tehdidi"ne karşı, “ önce insan” sloganıyla bazı “insani” mesajlar üretse de, gasp ettiği emek değerlerinden pay vermeye gelince, orada arsızlığını gizleyemedi.
Sermaye,  böyle bir milliyetçiliği “değişim kültürüyle” aşmış bulunmaktaydı. (değişmeyen tek şey değişimdi)

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke egemenleri, dikenli tellerin iç alemindeki yoksulların nabzını, “dış güçler tehdidine nefret, vatana fedakarlık” koşullanması biçiminde geliştirmeyi görev bilirler. Ülke kaynakları toplumun en uyanık (kendilerine göre en becerikli) sınıfının elinde istiflenirken, yoksullar dış güç şantajını sayıklamaya devam eder. (önce vatan millet sakarya, ardından çalış senin de olur)

Savaş zamanlarındaki gibi barış zamanında da fedakarlık, hatta ölüm göze alınabilir. Hiçbir varsılın böyle bir fedakarlığı üstlenmeyeceği bilinse de… onlar savaş zamanlarında kapağı atacak bir ülke bulsalar da…
Ama, bir toplum yaşamında savaşların ömrü kısa, barışın ömrü daha uzun olduğu halde, egemenler vatandaşlarına hep savaş koşullarını dayatırlar. Slogan şudur özetle: UCUZ ÇALIŞ, İTİRAZ ETME, her durumda allahına şükret. Vatanseverliğin (milliyetçiliğin) ölçütü budur(!)
Bu ölçütlere itiraz edildiği görüldüğünde kapitalizm, “vahşi” yüzünü göstermeyi ihmal etmez.

Böylece, kendi halkının emek değerleriyle büyük güç edindiklerinde, artık uluslar dışına taşma zamanı gelmiştir.
Barış zamanlarında yatırım ve kâr kavramı (pazarlama) daha çok “ikna olgusu”na muhtaçtır.
Büyük şirketler yine kendi güdümlerinde olan hükümetleri de devreye sokarak, zayıf ülkelerde çıkarlarını kollamaya devam ederler. Artık, emeklerini istiflediği kendi halkına, ranttan pay verme zamanı gelmiştir. Çünkü, daha ahmak ve ucuz insan yığınları bulunmuştur artık. Bu aşamada kendi halkının yaşam düzeyine şükretmesini ve ahmaklara model oluşturmasını sağlamak için, bizim gibi “beterleri” göstermesi yetmektedir. Kendilerine hizmet ettirebilecek ucuz insan bulabilmekte zorlanmazlar. Bu nedenle nüfus çoğaltma gibi, “dış güçten” sakınma ve fabrikasını ucuz emek ile çalıştıracak güç bulamama gibi dertleri kalmamıştır. En azından, emekli ücretleriyle, doğası bakir (istese de sanayileşememiş) ülkelerde tatil yapabilirler. Böylece avunabilirler.

Ama bu gidişin doyum (tıkanma) noktası, yeni bir savaşın başlangıcı olduğunu her sıradan insan fark edemez. Vietnam ve Irak halkının ABD’ye direnişleri ve dünya savaşları bu durumu izah eder.

“ikna olgusu” demiştim. İşte burada, LİBERAL felsefenin “neo”su devreye sokulmaktadır. Sıcak savaşlardan daha ucuza gelen bir yatırımdır bu politika. Hele de karşıdaki ülke politikacıları vizyonsuz ise, kendi ailevi çıkarını sinsice öne almışsa, liberal politikaya hizmet etmesi kaçınılmazdır.
Artık kendi milliyetçilikleri içerdeki yoksullarının avuntusu ve savaş zamanı kullanılabilecek bir araç olarak yedekte durmaktadır. Şirketlerin adımları uluslar dışına taştığında, milliyetçilik itici ve sevimsiz bir kavram olarak alınmaya başlanacaktır.

Vahşi kapitalist, sosyalistin emek hakları için sınır tanımayan “enternasyonal” fikrini lanetlerken, “sermaye hakları “ için Liberaller, bu kavramı da ipotek altına almışlardır.
Globalizm, sermaye sınıfının ideolojik adres alanı olmaya başlamıştır.
Artık, muhtaç hatta ahmak toplumların hükümetlerine talimat verebilecek kadar ileri gidebilmektedirler. En azından kontrol mekanizmalarını besleyebilmekteler.
* * *
Serbest piyasada “değeri “ arz ve talep belirlerdi. Bir mal piyasada ne kadar az ise, fiyatı o kadar yüksek olurdu. Ya da tersi. Emeği de alınıp satılan bir MAL yerine koyduklarına göre, Başbakan’ımızın çok nüfus –hem de genç nüfus-istemesinin altında yatan sır tamamen açığa çıkmaktadır.
İşsizlik ortamında, bir kardeşin kendi kardeşine hatta babasına rakip olduğu bir toplum düzeni nasıl etik(ahlaki) olabilir?
* * *
Yukarıdaki yorumlar çerçevesinde, yoksulların bu tuzağa düşme gerekçelerini anlamak oldukça zordur...

'ÜÇ ÇOCUK' TARTIŞMALARI-

'Üç çocuk' tartışmalarına değinen Erdoğan, şunları söyledi; Ben evlendiğim zaman zengin bir ailenin çocuğu olarak evlenmedim./ Milliyet Gazetesi 


Ekonomi Dergisi Forbes, dünyanın en zengin şirketlerini ve hükümet adamlarını açıkladı. Türkiye'den 14 şirketin listeye girdiği kaydedilirken, Başbakan Tayyip Erdoğan ise en zengin devlet ve hükümet başkanları sıralamasında sekizinci sıraya girdi. Tayyip Erdoğan kralların ve prenslerin ardından listedeki ilk parlamenter olarak dikkat çekiyor. //SolGazete

Başbakan devam ediyor,

“Sakın ha doğum yapmayın diyenler bu ülkenin yararını düşünmüyor. Şu andaki nüfus artış oranı ile devam edersek 2037 yılında Türkiye'nin nüfusu yaşlı nüfus haline gelecektir.Ben hesapla, bilimsel konuşuyorum. Artması lazım bu oranın. Bak Avrupa ağlıyor. Biz yanlış yaptık diyorlar. Bizi de birileri bu oyuna kurban etmek istiyor. Almanya şu anda para veriyor yeter ki doğur diyor ama doğuramıyor."

* * *
Önce öptü sonra öldürdüİşsizlik bunalımı bir aileyi daha yok etti. Diyarbakır'da cinnet getiren adam kızlarından birini öldürdü, diğerini yaraladı. Sonra intihar etti.
* * *
İşsizliğin azalmamasının nedeni yüksek genç nüfus ve önceki yıllardan biriken işsizlik stoku. Nüfusun yüzde 65'i 35 yaşın altında./ YEni Şafak
-SOSYAL GÜVENLİK REFORMU- Konuşmasında Sosyal Güvenlik Reformu'na değinen Erdoğan,"Sosyal Güvenlik Yasası tartışılıyor. Bu yasa ile her doğan sosyal güvence ile doğsun istiyoruz. Ama bu solcular ve onların yanında olanlar buna karşı çıkıyor.
 demagoji

Biz isçiden, emekçiden yanayız diyorlar ama bunun karşısına dikiliyorlar. Bunların işçiden yana olmak gibi bir derdi yok sistemi kilitlemek gibi bir derdi var.

a=b, b=c ise, a=c olur. Yani bu matematiksel mantığa göre, bu sistem sadece işçiden emekçiden yanadır. Solculara ters düşen durum, emekçiye verilen haklardır. (bu başbakan sosyalizmi adam smit ten öğrenmiş belli ki.

Dikili bir ağaçları olmamıştır bu ülkede. Bunlar yıllardır bu ülkede bağırıp, çağırdılar.Benim vatandaşımın ilaç kuyruklarından kurtulabilmesini sağlayabildiler mi? Hani sosyalist, komünist gezinenler bu ülkeye niye bunları getiremediniz? Biz halkımızı ayırt etmeksizin seviyoruz."diye konuştu
* * *
Duyan duymayan da sanacak ki, bu ülkeyi 80 yıldır, kapitalist-liberaller değil de, sosyalist-komünistler yönetmiştir.
EVET, SOSYALİSTELER BU SİNSİ DÜĞÜMÜ ÇÖZMEK İÇİN, BU OYUNLARI BOZABİLMEK İÇİN, SİNSİ LİBERALİZMİN ENSESİNDE OLMAYA DEVAM EDECEKLER, her şey pahasına…… /z.örer

28.3.08

alfabetik MİM felsefesi

Sevgili EDİ

MİMlendiniz... Çekiniz şimdi ordan bi' "alfabe" :P!!!her harfi sizde bi anlama yumruk atıyordur herhalde, e biz de bilek biz de görek gayrı :)
demiş.
sevgi ve saygılarımızı yollayarak, "baş üstüne" demişiz ve kolları sıvamışız.


* * *
Buyurun efendim:
A -Dünyaya ilk gelişimin kutsal mimarı ve Son durağımın olabilme ihtimalini sevdiğim kişi ve şehir: ANNEM ve ANTALYA

B -Mutsuzluğun panzehiri ve evrendeki sırları insanlığın emrine sunacak olan kılavuz, BİLİM

C -Baharat ve sarımsak ezmesiyle desteklendiğinde, rakının vazgeçilmez mezesi, CACIK

Ç -Aslında bahar coşkusunun habercisi ve günümüzde politik oyunların harcı haline gelen Nevruzun can yoldaşı, ama simgeleşemeyen küskün çiçek ÇİĞDEM

D -Sivrisinekleri saz sanatçısı olarak algılayabilen başka devlet yöneticileri olduğu halde, bizde avazından ve öfkesinden hiçbir şey anlaşılamayan, zurnanın can yoldaşı, DAVUL

E -Yeryüzünde en fazla sömürülen, yaşamın birinci derecedeki ihtiyaç maddelerinin mimarı, onlar olmadığı zaman fabrikaların, fırınların, tarımın, temizliğin…vs durduğunu, buna rağmen saygınlığı toplumda dibe vurmuş olan, EMEKÇİ

F -Demokrasilerde eşitlik talebinin asıl öznesi olan, FIRSAT

G -Cinslerinden biraz daha farklı sevdiğim ama uzun yıllar lale ile arasındaki farkı fark edemediğim kır çiçeği, GELİNCİK

Ğ -Torpil ile işe girip de çalışmadan maaş alan kamu görevlisi gibi, alfabemizde istihdam edilen bir harf “Ğ”

H -Ülkemizde daha çok “ön gerekler” yerine getirilmediği için oraya zorunlu düşülen iki kurum, HASTANE ve HAPİSHANE


I -Demokrasi götürülmek adına, o demokrasiyi yaşayacak halkı, demokrasiyi götüren güçler tarafından katledilen ülke, IRAK

İ - Doğada en fazla yeteneğe sahip olduğu halde, doğa ürünlerini en adaletsiz paylaşan varlık, İNSAN

J -Güçlülüğün her yerde geçerli olmadığının ve küçük olmasına karşın, keskin olabilmenin de önemli kanıtı, JİLET

K -“İslam sosyalizmi”ni simgeleyen, içi kırmızı dışı yeşil KARPUZ

L -On parmağında onbir marifetiyle, Rönesans’ın simgesi olma ününe sahip, içinde yaşadığı çağın karanlık sistemi O’na koyduğu üniversite okuma yasağını özel çabasıyla delerek, diplomasız aydın olma vasfını kazanan, LEONARDO DA VİNCİ

M -Leonardo da’nın “vinci”yle şöhrete kaldırılmış olan, en seksi gülümsemenin fotoğrafı, MONA LİSA

N -Yaşamda her şeyin iman’a (teslimiyete) bırakıldığı bu dünyada, ihanet, aldatma ve diğer “yutturmaların” şifresini bozmak için, uyanıklığın dedektörü olacak felsefi anahtar sözcükler, NEDEN, Niçin, Nasıl, Nerede…

O -Şeriata göre asıl amacın, hazımsızların vijdani sorumluluğunu geliştirmek için düşünülmüş olan, ama daha çok “aç”ların gerçekleştirdiği bir eylem, ORUÇ

Ö -Eskiden duvar, nakış gibi işlerde simgeleşmesi düşünülse de, günümüzde kritik politika ve stratejilerin kurgulanması için de düşünülebilecek bir soy ad ÖRER (örmek)

P -İhtiyaçtan fazlası da azı da “egemenlik politikası”nı besleyen, her iki uçtaki miktarıyla insanların birbirlerine işkence etme ve işkence görme aracı olan, PARA

R -Cisimlerin bir saniyelik “seçme” görüntülerinin sürekli olmasını istediğimiz “model” eser, RESİM

S -Hayatımın her anını anlamlandıran, bana kırgın olduğu anları, çayımın şekerini karıştırmayarak ima eden, uğruna hayatımı, hatta özgürlüğümü vereceğim (özelim) kişi …

Ş -“Susun lan, etrafı rahatsız etmeyin” cümlesinin özeti, ŞİŞŞŞŞTT!

T -Mesleğimin biri için çizimlerde kullandığım cetvelim “T” CETVELİ

U -Trafikte geldiğimiz aynı yöne dönmenin yasak olduğunu belirten işaret ama, politikada, kişsel çıkar görüldüğünde, en az bir gecedeki dönüşlerin kınanmadığı bir dönüş şekli “U” DÖNÜŞÜ

Ü -Kadın dediğin bir lir gibidir, gerçekleştirmedikçe ondan ses çıkmayan eylem, ÜFLEMEK

V -O’nun varlığında hayat bandımın yeniden başa sarıldığını düşündüğüm, yaşlanmak ve hatta ölüm “vız gelir” saydığım (kendimi O’nun yerinde gördüğüm) oğlum, VOLKAN

Y -İnsanlar arası ilişkilerde, önlemi alınamayacak en tehlikeli eylem, YALAN

Z -yorumlarımın ve onay’larımın imzası……

Zihni Örer

Mim dalgasını neverland'dan yana atacağım ama, O'nun bu sıralarda blogundan uzun süre uzak kalması mazereti olabilir. Eğer zamanı varsa, bekleriz bu çalışmayı.
1- neverland
2- eleştirel günlük
3- haydar eren
Mimlendiniz baştaki siyah pasaj çerçevesinde.

26.3.08

DOLAPÇI BEYGİRİ

Kör döngüler girdabında
"Dönen" başım olsaydı aramazdım.
Bir dolapçı beygiri kurgusunda
Eşeğin yol almadığı malum da
Boynundaki nasır bir garip duruyor bayım...
Döndürülen çıkrıkta sarılıysa yol haritanız,
"Daha gidilecek çook yolunuz var" anladım.




Ampulün iyisini kim yerse yesin de
modelinin modasını bu fiyata,
düzenzedelere katıksız yedirmeseniz?
diyorum.


Çağ arıyorcasına basıyorsanız,
Eşeğin sırtındaki semere,
"Daha gidilecek çook yolunuz var bence de.

* * *
Umut, aşk, romantizm bir yana da,
İş ekmek ya da su....
Hem de kör kuyuda bu?
Diyorum bazen.
Akordu bozuk naranızla,
Zorlamalı sırıtkanlığınızla
Gülümsemeye muhalefetiniz çok hoş
inanın.
* * *
Bir son "duruş" sarıyor içimi bazen:
Şeytan diyor ki,
Yasal olmayanlar bana,
Yasal dedikleriniz size kalsın.
Ve
Gözü bağlı sayın eşekten ricam:
Önce beni affet,
Sonra,
Ya şeytana uy,
Ya da sonsuza kadar sabret. (z.ö.)

16.3.08

gri ve yeşil sermayenin politik kapışması


Kapitalizmin 3. bunalım dönemi olarak adlandırılabilecek gelişmelerin bizim topluma yansıyan yanında, "dikkatlere kelepçe vurma" manevraları yaşanıyor günümüzde.

Başbakan'ın "türban kaç, kemalizm yakala" oyunundaki kurnazlığını başka nasıl anlamlandırabiliriz ki, ikisine eşit uzaklıktan bakılınca?

Demokrasi isteyenin demokratlığına ait kanıt yok; otoritenin bunlardan fazla yanı yok!

Emeğinin karşılığını talep eden işçilerin, polis copuyla, o da yetmez, eksi 35 derecelik bir soğuklukta basınçlı suyla hastanelik edilmesiyle, cumhuriyet tarihi boyunca sermayeye sınrsız örgütlenme ve koruma sağlandığı halde, emek kesimine linç politikası uygulanmasının arasında ne fark olabilir ki demokratlık iddiası açısından!!!


Al birini vur ötekine, çünkü, aralarındaki rekabet yeşil ile gri sermaye arasındaki iktidar kavgasından başka birşey değil.

* * *

Sözü fazla uzatmadan, değerli konuğum sima (hanım)'ın bu konudaki youmunu, iç odadan çıkarıp, manşetten paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm. Kendilerine bu katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.


* * *
selam,
Yıllar önce mecburi hizmetini Adıyaman'da yapan bir doktor arkadaşın yaşadığı bir olayı anlatmak istiyorum.
Bölgenin üst düzey komutanı il ve ilçelerde görev yapan doktorları ve diğer sağlık personelini bir toplantıya çağırıyor ve onlara verdiği brifingin önemli bir bölümünü doğum kontrolü başlığına ayırıyor.

Özetle komutanın doktorlardan beklentisi şu: terörle mücadelenin yollarından biri kürtlerin nüfuslarının kontrol altında tutulması, bölgede nüfus planlamasına çok büyük önem verilmeli. Kürtlerin çoğalmasını önlemek doktorlar için milli bir görev sayılmalı. Bu zihniyetin birinci boyutu bu.

İkinci boyutu: yine yaşadığım bir örnekten aktarmak istiyorum.
Kürt olan ancak hayata milli kimlik penceresinden bakmayan bir arkadaşıma diğer bir yurtsever kürt arkadaşım sık sık sorular sorar, "neden çocuk yapmadığıyla ilgili" olarak. Arada bir de espri yapar: kürtlerin çoğalması gerekir diye.

Olayın bir başka boyutu: Bütün tek tanrılı dinlerde doğum kontrolü ve kürtaj günahtır. Kadınların doğurması tüm dinlerde ortak olarak teşvik ve takdir edilir.

Olayın bir başka boyutu: Tüm totaliter rejimler (frankoizm, nazizim, şeriat sistemleri, latin amerika diktatörlükleri gibi) kadını mutfak, çocuk ve kilise (islam'daki karşılığıyla ibadet) üçgeninde görmek ister; bu üçgeni besleyen, onaylayan, kutsallaştıran bir düşünsel ortak paydayı paylaşır.
Kapitalizm bir yandan anneliği kutsayıp yücelterek, bir yandan gebelik sürecini estetize ve romantize ederek, bir yandan da güvenli seksi teşvik ederek kadının üreme sürecini her yönüyle bir ticari sektöre dönüştürür.

Kısacası her tür iktidar (dinsel, ekonomik, cinsel, siyasal) kadın bedeninin denetlenmesi üzerinden kendini var eder. Bunun bir yolu kadını türban gibi bir nesneyle işaretleyip "cinsel nesne oluşunu" mutlaklaştırmaksa, diğer bir yolu da kadının hizmetinde olunan ideolojiye ya da kutsala uygun olarak doğurup doğuramayacağını belirleme yetkisini elinde tutmaktır.

Kadın bedeni her tür iktidar için mutlak tehlikedir. denetlenmesi, kontrol altında tutulması, kendi başına bırakılmaması elzemdir. Ne yazık ki başbakanlarının bu başlama düdüğünü duyan çok sayıda insanın görev başı yaptığına eminim. Çünkü "doğum kontrolünün bir yahudi uydurması olarak müslümanların kökünün kazınmak için icad edildiğine" yönelik kuvvetli bir kanı halk arasında hızla yaygınlaşıyor.

Evet çok kısa bir zaman içinde bir nüfus patlaması yaşayacağız bu kesin. hani köşelerimizde sürekli yakınıp duruyoruz ya benim derdim şu (ortak bir dilimiz olduğunu düşündüğüm herkese o yüzden laf yetiştiriyorum kusura bakmayın lütfen):

Bir başka dünya mümkün diyebilen insanların ortak bir zemini hiç mi olamaz, yani bir çok ayrıntıda farklılaşan ama ortak sözleri de olan insanların bir araya gelişini engelleyen nedir? ne olmasını bekliyoruz?

Şu saçma kapatma davasının da doğrudan akp'ye hizmet edeceği aşikar. Komplo teorilerine inanmayan biri olarak bile yoğun bir "ne oluyoruz" duygusu yaşıyorum açıkçası.
AKP'nin politikaları sermayeyi incitmiyor, askeri incitmiyor, sünnileri incitmiyor, türkleri incitmiyor, erkekleri incitmiyor yani akp bu ülkenin ezel ebed iktidarı olan hiç bir kesimi incitmiyor, ama hala en demokrat parti sayılıyor ve tüm despotluğuyla, tüm iktidarıyla hala en mağdur, en mazlum parti muamelesi görüyor, hala entelektüellerimiz tarafından en fazla himaye edilen parti akp oluyor.
Görünen o ki bu kapatma davasıyla akp'nin mağduriyet havası giderek kronikleşecek ve sonuçları daha dramatik olacak.

CHP ya da MHP ile bu kadar uğraşılması şaşırtıcı bence. Ateş olsa cürmü kadar yer yakacak, giderek kendi dar kanalizasyon borusuna sıkıştırılan iki muhalifliği kendinden menkul partiyle uğraşmanın neresi entelektüel tavırdır bilmiyorum! Yani genel bir eleştirel tavrın nesnesi olacaklar elbette ancak asıl olan iktidara karşı muhalefet örgütlemek değil midir? Kaldı ki chp ve mhp'ye yönelik itiraz gerektiren ideolojik çemberin çok da dışında değil akp.

Sınıfsal mücadeleye gelince: tarihin bu sahfasında, emekçi sınıflar kapitalizmin ilk dönemindekine benzer (hatta daha ağır) bir dönemeçten geçerken, üç yüz yıllık bir mücadelenin kazanımları bir bir yitirilirken eğer ezilen sınıflar tavırlarını sadece iki saatlik işbırakma eylemiyle gösterebiliyorlarsa, zaten söylenecek söz kalmamış demektir.

Yoksulların ortak sesi olacak örgütlü bir oluşum yaratılması yönünde bin yıllık lafazanlıkları bir yana bırakıp ortak bir paydada artık "eylem" için bir araya gelinmeyecekse, bence artık konuşmanın da bir gereği yoktur. Bunca lafa gerek yok. susalım ve oturalım: olacaklar olduğunda bir kahraman çıkacaktır bizi kurtaracak, bir mesih, bir mehdi... En kötü ihtimalle hepimizin kendi küçük kıyameti.

"Ne yapabiliriz"i konuşmanın zamanı değil mi zihni bey? belki buralardan başlar eğer birşeylerin başlama olasılığı varsa.
sevgi ve saygıyla. sima...

Mart 15, 2008 7:40 PM