30.6.08

ELEKTRİK "ZAM"PÜLÜ





ışık seçimi ile aydınlanma çelişkisinin resmi                                                  

1 Temmuzda yürülüğe girecek olan Elektrik zammından dolayı, elektrik-ampul ilişkisini bir sorgulayalım dedik. UYGARLIK-EKONOMİK-POLİTİK düzeyimizin altında gizlenen anlayışları görmeye çalıştık.
-------------------------------------------------------------------------



armudun iyisini yiyenler-amcalar-tanıdıklar




Kapitalizm dedikleri ideolojinin resmidir.
Armudun iyisini üreten ler değil, amcalar, oğullar, "yienler"......
tüketirken, alabildiğine
 sempatik duruş sergilerler.

ışıtan değil ısıtan ampul
----------------------------------------------------------------

Tungsten flamanlı ampullerin harcadığı enerjinin %10'u ışık, geriye kalanı ısı olarak harcanır. Bu ısı temmuz ayında "Türban-pardesü" sıcağıyla, laik-antilaik kaynamasına dönüşebilir. Geriye kalan %10'luk ışık ise, "aydın-cahil" sürtüşmesinde kullanılmaya yetmeyecektir.




---------------------------------------------------------------------------------


Elektriğe yapılan %21'lik zam %9 enflasyonu sırtından hançerlese de, önemli değil, armut ışığında bunu gören az çıkar. Van minıt ile Van depremi ilişkisi çelişkisi ortalığı ısıtınca, bulanık havada, yeni bir tür renkte sermaye sınıfı yaratmak vaciptir.


amaç ak ampul olsaydı bütçeler dikkate alınırdı

Doğru Aydınlatma: gözü yormayan, kamaşma yapmayan, aydınlatılacak ortam için doğru renkte ve doğru miktarda seçilmiş ışık kaynağı kullanılan ve dekoratif bir biçimde tasarlanmış bir ışıklandırmadır.

Kurulan bir siyasi partinin seçtiği "aydınlanma" simgesinin özellikleri, aynı zamanda toplumun hangi ekonomik diliminde yaşayanların işine yaradığının da göstergesi sayılır.

---------------------------------------------------------------------------

* * *
Güneş enerjisi
 TEKNOLOJİSİ VE SİYASETİ


Allahın rüzgarına zam yapılamaz ya!

yalnızca öfkeniz değil, Güneşiniz de bol olsun





* * *
G-mailime gelen bir Ampul hikayesi :

sakın denemeye kalkmayın!... ÇOK KOMİK AMA GERÇEK.......!!!!!!
Olayın kahramanları, iki üniversite ögrencisi.. .
Koyu geyik muhabbetinin düğümlendiği durumlardan birinde,bu iki kafadar bir iddiaya girer....
Delikanlılardan biri, odanın tavanında asılı olan ampulü ağzına tamamen sığdırabileceğini iddia eder....
Evet yanlış okumadınız, bildiğiniz 100 mumluk ampulü... ve sığdırır da.
Ancak bir sorun vardır. Ampulü ağzından geri çıkaramamaktadır.
Arkadaşı hayret eder bu nasıl iş diye, o da evdeki başka bir ampulü ağzına sokar ve tabii ki o da çıkaramaz.
Bunun üzerine iki kafadar hastanenin yolunu tutmaya karar verirler. Ağızlarında ampul olduğu halde bir taksiye atlarlar.
Konuşma zorluğu çekerek güya taksiciye dertlerini anlatırlar.
Taksici bir taraftan gülme krizi geçirirken bir taraftan da 'nasıl olur abi ya, uğraşsanız çıkar, bir asılın şuna, şaka mı yapıyonuz ?' diye söylenmektedir.
Neyse akşamın bir yarısında acile gelirler. Taksici ayrılır.
Doktorlar çocukları beklemeleri için bir odaya alir.
Veeee, aradan 15 dakika geçmeden taksici kapıda görünür; tabii ağzında bir ampulle.

Amcam çocuklara inanmamış, açık olan bir marketten ampul almış ve denemiştir !!
Şimdi anladınız mı Ampul Partisi'nin Türkiye'de nasıl iktidara geldiğini?

BİR ŞEY OLMAZ DİYE HERKES DENEDİ VE GÖRDÜK ÇIKARAMIYORUZ.
OY VERİRKEN İYİ DÜŞÜNÜN, AMPUL BU SEFER AĞZIMIZDAN ÇIKMIYOR...
YARIN ÖYLE BİR YERE GİRERKİ DOKTORA BİLE GİDEMEZSİNİZ.
BİR DAHA SAKIN DENEMEYE KALKMAYIN!!! 


 İtüSözlükçü yine aşırmış

20.6.08

HÜZÜNÇ

"...böyle hafif sakin melankolik." bir isteği oldu sevgili Ebru'nun. Saman alevinin yangınında tavlanan yüreği yaz demeye getiriyordu sanki...

Melankoli (melankolia); mutsuzluk, yalnız kalma istediğir.
‘’Melankoli, hüzünlü olma mutluluğudur.‘’ - Victor Hugo (Wikipedi)

"Hüzünç" süzcüğünü Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa Balbay'dan ilk duyduğumda, ilk işim bu sözcüğün daha önce kullanılıp kullanılmadığını aramak oldu. (Google'da) birkaç kıytırık cümle arasında geçse de yerleşik bir sözcük olmadığı anlaşılıyordu.

Ümit Zileli-M.Balbay ile söyleşirken, ABD'nin AKP'yi artık gözden çıkarabileceğini, AKP'yi İran'a saldırma konusunda, Irak'a saldırmada kullandığı kadar kullanamayacağını anlatıyordu.

ABD'nin, Türkiye cephesinden İrana saldıramayacağını SEVİNÇle karşlarken, yerine başka bir "piyon" yaratabileceğini düşünmek HÜZÜNLE karşılanıyordu.

Sevinç ile hüzün bir araya geldiğinde, "HüzünÇ" ile özetlenebilirdi. Melan-koliyi kolileyip depoya atabilecek bir sözcük türetilmişti artık.

Politikadaki sevinç ile hüzünden melankoli çıkarılamazdı kuşkusuz.

"Seni seviyorum ama kavuşmamıza aşılamaz engeller var"
kıvamında limon kokulu bir cümle bırakıldığında geriye,
sevilmeye değer birinin,
irade dışındaki bir olguyla,
tarihe gömmekle başlayan bir duygu,
yerini melankolik bir duruma bıraktığında,
hüzünç dalgası aşk rıhtımını dövmeye başlanmıştır artık.
Dalga kayadan birşey koparamasa da, altındaki toprağı için için oymayı sürdüreceği kestirilemezdi ki o zaman!

Yürekten kopan üç damlalık hüznün üzerine, sevildiğini hissedişin izdüşümündeki iki damla sevinci eklediğimizde, artan bir damlalık hüznün yakmadığını sanıyoruz.

Ama, saman ateşi gibi içinden yürüyen köz, zararın farkını yürek yorgunluğu masajına döndürüyor adeta..
Çevreniz tarafından standart yaşam algısının dışına taştığınız farkedildiğinde, köşeli parantez içine alınıveriyorsunuz.

İşte o zaman başlıyor yalnız kalma isteğinizi "hüzünç" olarak ifade etmeye. Karmaşık ve de sarmaşık duyguların özeti olarak arşivinize yerleşiveriyor o.

Sevgiliye kavuşamamaktan hüzünçlü, aynı zamanda kalbine bağışıklık kazandıran Fuzuli, sevgilisini yanında görünce, "çıkarın şunu odamdan, onun hayali yetiyor bana" diyerek, melankolizmi Divan Edebiyatına aşılıyordu...
Ve Nazım Hikmet'in Tahir ile Zühre Aşkı da öyle...

"Melankolizm-hüzünçizm" ideolojisi gibi...
Aşk illüzyonu, sevgi savurganlığna götürüyor insanı ama şöyle formüle edenler de var:

*akilli erkek + akilli kadin = ask (sevinç)

* akilli erkek + aptal kadin = iliski (hüzünç)

* aptal erkek + akilli kadin = evlilik (hüzünç)

* aptal erkek + aptal kadin = hamilelik(sadece hüzün)

(parantez içi ekler bana aittir, çok linki olan bu formülün asıl kaynağı bilinmiyor)

19.5.08

KÜRESEL K(E)RİZ

Amerika’da “Mortgage krizi”, “peyk”indeki ülkeleri de krize sokmuş!
( kötü kader!..)

Tabi ki öyle olacak, alçakta durursan, ağzına girenin değil, kıçından çıkanın kokusunu duyarsın.

Nedense,
Amerika’daki işçilerin, siyahların, kırmızıların, esmerlerin “krizleri” hiçbir ülkenin “iş adamlarını” krize sokmuyor!

Bizde krizlerin yaşamasında birilerinin çıkarı varsa onun adına “canavar” derler: enflasyon canavarı, terör canavarı, trafik canavarı..yani, yakasından tutulacak olan adres kendileri değil, canavarlardır.

Küresel kriz de çift başlı canavara benzer:
1-Mortgage ekonomik
2-Kuraklık krizi …

Bir bankanın bir başka bankadan ya da borsadan paralarını çekmesiyle (ABD'de böyle olmuş) dünya ekonomisi sallanıyorsa,
Bunun yansıması olarak, sadece yoksulların başı sallanır.

Buna karşılık hiçbir soygun, yolsuzluk, kara para, sömürü mekanizması.. gibi olaylardan hiçbir yoksul olumsuz etkilenmez. (nah etkilenmez demelisin içinden)

Atmosfer tabakasının delinmesiyle kutuplardaki buzların erimeye başlaması arasında kuraklık ilişkisi kurulur.
Buzların erimesi, sıcaklığın artması ve bunlara bağlı olarak KURAKLIK ve sonucunda gıda kıtlığının baş göstermesi....

Ne yapmalı bu durumda?
Elbette piyasa ekonomisi kuralları işletilmeli, yani, yaşama dair her şeyi birkaç misli pahalıya tüketilmeli. Bunun diğer ayağı ise, ücret ve dar gelirlerin düşürülmesi olmalı.

* * *
Durum o kadar karmaşık mı dersiniz?
Bence işin püf noktası “kerizlik”te yatıyor.

"Küresel Kriz" dedikleri olayın asıl adının "kapitalizmin 4. bunalım dönemi" olduğunu işaret eden düşünürlerin öngörüleri önemsenmelidir.

Küresel kriz servet stokçularının kar akışını yavaşlatmaktan öteye bir risk daha taşıyor (kendilerine göre): köle-efendi ilişkisinin sorgulanması olasılığı...


"küresel krizin düğümü nasıl çözülür" diye bir anket koyduk yan tarafa. Bu ankete, 9 değerli konuk cevap vermiş:) Onlara teşekkür ediyoruz.

"küresel krizin düğümü nasıl çözülür"?
a- Yoksullarıntırnakları uzarsa :%11
b- G 8'lerin G noktsına çomak sokulursa:%11
c-Krize neden olanları Sosyalizm çarparsa:%22
d-küresel kriz kördüğüm olmuş, çözülemez:%55

* * *

başlıkta olduğu gibi asıl amaç "kriz-keriz" ilişkisinin nüvesini dağıtmaktı.

Marks ve Engels, kapitalizmin birkaç kalp krizinden sonra öleceğini demişti de çoğu keriz inanmamıştı... (kendileri bilir)

Biraz da alıntı:

"Kapitalizmin
1. bunalım dönemi yaklaşık 18 yıl,
2. bunalım dönemi 27 yıl sürmüş,
3. sü ise 1945'den bu yana devam etmektedir.

3. bunalım döneminde emperyalist ülkeler sosyalist sistemin varlığını kendilerini tehdit edici unsur olarak gördüklerinden aralarındaki çelişkiyi yumuşatarak, uzlaşmacı, entegrasyoncu bir tutum takındılar. Kendi aralarında çıkabilecek bir savaştan, askeri çatışmadan kaçındılar."

"Emperyalist dönemde temel anlamda 3 büyük çelişkiden bahsetmek mümkündür.
Birincisi; emek-sermaye çelişkisi, yani proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi.
İkinci çelişki; çeşitli tekeller, finans grupları ve emperyalist devletler arası çelişkiler, yani emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkiler.
Üçüncüsü ise; emperyalistlerle sömürge halkları arasındaki çelişkiler."


Eee? nolacak bu çelişkiler varsa?

Bu kadar çelişkiyi sırtında taşımak ahmaklık değilse, ayağının altında köle görme sadistliğinden başka birşey olamaz. (günümüzde köleliğin ortadan kalktığını değil, sadece şekil değiştirdiğini unutmayalım)

* * *
Son olarak, Z. Ö.'den (K)özlü sözlerle bitirelim:

-Krizler bağırsaktaki gaz sıkışmasına benzer, vücudu terk etmedikçe sancısı bitmez.
-Krizlerin varlığı kerizlerin çokluğuna bağlanabilir ancak.
-ÇANTADA KEKLİK olan kerizlerin ekonomik-kredi notu (arada bir) yükseltilir.
-Engin eşeğe çıkan çok olur.

zihni örer

21.4.08

Mim'li hayatlar


Aslıberry “Mim”lemiş, sağolsun değer vermiş.

Zaten mimli herifin biri olduk, geleneksel yaşam biçimini değiştirdikten sonra:)
İş hayatımda mimli, mahallede mimli, askerde mimli, ve hatta aile-akraba içinde de hayatı mimli olarak sürdürmeyi seçmiş olmanın gurur ve şuuru üzerimde…

Mim dediysem, heyecanlanmayın, öyle ahım şahım mimlilerden değil… sıradan, “sempatik ve empatik mim” diyebileceğimiz dozda... Bu bile lüks sayıldıysa özellikle iş yaşamında, terfi ve hak ettiğiniz avantajların bütününü, “ağzınla kuş bile tutsan, bu kafayla sana mevki vermezler” özlü sözünü bir pankart gibi gördüm hep karşımda.

Neden? Mim dedik işte mimmmmmm…

Ya bir de mimli mahkumlar, anarşistler, sakıncalı piyadeler… onların yanında “mimliyiz” demek biraz ukalaca kaçıyor ama, neyse biz de kendi çapımızda mimli yaşadık işte.

Bu mimin özü neydi? Diye zahmet edip sormayın, hemen söyleyeyim:
Toplumsal ve kamusal ahmaklığın her bir zerresinde protest davranışlardı. Protest davranışların alt yapısı nedir? Diye sorabilirsiniz. Sormayın onu da diyeyim:Kamu organizasyonu tarafından verilenden fazla bilgi ve dürüstlük ilkesini kazanmak ve arzetrmektir efendim. Bütün suçum budur, bundan sonrası masumluktur efendim.
Şu koyu sözcüğe bir bakıverin lütfen, “bilgi” diyor.. işte aslıberry’nin bize yüklediği görev (başüstüne) bilginin kaynağı (anası) olan KİTAPtır efendim.
“Kitap” dedim de aklıma geldi, valla aklıma gelen her şeyi yazsam bir roman olur (havam batsın değil mi). Doğru diyorum inanın ki, kitap konusunda….. çooooook zengin bir konudur bildiğiniz gibi.

* * *

Geleneksel-ailesel kültürün uzantısıyla, tamamen “şeriat-İslam” kültürünün en derin (çoğunlukla politik) eserlerini okumak ve (militanca) yaymakla başladım lise sonrası 5 yıl kadar.
İş hayatımın ekonomik yarı-özgürlük dönemine girdiğimde, dışarıda başka bir dünyanın döndüğünü görünce, dünyaya paralel başım da dönmeye başladı.
Doktora danıştım, “kapalı yerden çıkınca, dünya dönüyorken başım da dönüyor. Dünya devam etsin de başımı nasıl durdururuz?” dediğimde, iki duble rakı iç demesin mi!
“Nasıl olur doktor, şu ana kadar hiç günah işlemedim ki”,
“doktor tavsiyesi günah olmaz” deyiverdi birden!
Eee? Rakıyı içersin, , dünya bir yana dönerken, kafayı biraz bulunca başın öbür yana döner. İki zıt kuvvet birbirini nötürler, yani dönen başın durur, etrafını daha net kavrarsın demez mi! Heyecan sevdası bastı yüreğime hemencecik.

Buradan ötesini ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. (eee, mim ne olacak ya?)
Yani, şu an en son elimde bulunan kitap “hegel felsefesine giriş” bittiğinde, onu yontacak bir kitap sırada bekliyor:”felsefenin başlangıç ilkeleri”/georges politzer.
Bakmayın “başlangıç ilkeleri dediğine, birkaç sayfa çevirdim de, “marksit (diyalektik materyalizm)felsefesi çerçevesinin içini dolduruyor gibi.
Bu bileşimi ayrı bir başlık halinde güncel anlayışa paralel yazmayı tasarlıyorum (inşallah).
Bu Mim başlığına koşut bir düşünce dizisi yapmıştım aha BURADA


SANAL DÜNYAnın KİTAPLARI AĞAÇ KOKMUYOR AMA!



"İnternet icat oldu mertlik bozuldu" diyecektim.... demedim. Suçun internette değil, günlük zamanını planlı ve dengeli kullanamayan bizde olduğunu anladım. Eskiden evden çıktığımızda, diğer işlerin ve başıboş gezmelerin dışında bir de kitapçı vitrinleriyle yüzleşirdik. Sergideki kitapların çeşitli konu başlıklarını gördükçe, kültür dağarcığımızın daha ne kadar boş ve hacmının küçük olduğunu anlardık. Bizi tahrik ederdi vitrindeki kitap dizileri ve onların ağaçsı kokuları...
Günlük yaşamın pürtlettiği stresin ilacını bu vitrinlerde bulabilirdik. Sigara bu yüzden "stressavar" olamamıştı yaşamımda.
Yeni dünya düzeni, yaşamımıza ve içindeki davranışlarımıza yeni bir biçim verince bilgisayar başına kilitlenerek, İslam peygamberinin sözünü tedavüle koyduk farkında olmayarak: “düşmanın silahıyla silahlanmak”.
İnsanları sosyalleşmeden alıkoyan, olası örgütlülüğü moleküllerine kadar dağıtıp, odamızın daracık köşesine sıkıştırıldığımızda, orada kocaman bir dünya yaratmalıydık. Bütün bilgilere ve ortak niyetlere daha rahat erişebilmenin avantajını kullanabilmeliydik.

İnternet ile kitap vitrini arasındaki fark ile, (harcanacak kağıtların ana maddesi olan ormanların gürleşmesi nedeniyle) teselli bulabilmeliyiz.
Bilgisayar ekranında orman yeşilliğinin resmine razı olurken, tutsaklığa arada bir ara verip, gölgesinde uzanabilmeyi ve bazen dalların arasından gök maviliğne doğru "uzun yolculuğa çıkabilme gerçek özgürlüğünü" de kendimize çok görmemeliyiz. Çünkü, bilgiyi de enerjiye ve oradan mutluluğa çeviren oksijendir./zihni örer




Mim gülünü, sevgili Edi’ye


ve


Neverland'a atıyorum.


İlk kez bu kadar isabetli, hem de “12” den vurulmuş mim diyebilirim.

(Ama, sevgili neverland icralık olacak bu gidişle )
Sevgi ve saygılar efendim.

6.4.08

KAPİTALİST TEZGAH



Sosyalizm, sanayileşmeye atılan ilk adımlarla birlikte, icraatın toplum üzerindeki etkisini de izleyerek, aynı zamanda siyasal tavrını da koyarak, nefesini kapitalizmin ensesinde hissettirmeye devam ediyor.

* * *
Kapitalizm, “kölelik-derebeylik-feodalizm” dönemlerinin “mehter marşı hızındaki” süreci olduğundan, geldiği noktada, sadece üretim araçlarındaki model ile buna uyum davranışları değişti. Yeni adı Neo-liberalizm oldu. Dolayısıyla “milliyetçilik” ekolü, kapitalizmin sınırlarındaki dikenli tellerin adı olmaktan öteye geçemedi.

Neo-liberalizm  dikenli tellerini, yoksul ülke insanlarının “kontrolsüz emek göçüne” karşı kullandı. "Sosyalizm tehdidi"ne karşı, “ önce insan” sloganıyla bazı “insani” mesajlar üretse de, gasp ettiği emek değerlerinden pay vermeye gelince, orada arsızlığını gizleyemedi.
Sermaye,  böyle bir milliyetçiliği “değişim kültürüyle” aşmış bulunmaktaydı. (değişmeyen tek şey değişimdi)

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke egemenleri, dikenli tellerin iç alemindeki yoksulların nabzını, “dış güçler tehdidine nefret, vatana fedakarlık” koşullanması biçiminde geliştirmeyi görev bilirler. Ülke kaynakları toplumun en uyanık (kendilerine göre en becerikli) sınıfının elinde istiflenirken, yoksullar dış güç şantajını sayıklamaya devam eder. (önce vatan millet sakarya, ardından çalış senin de olur)

Savaş zamanlarındaki gibi barış zamanında da fedakarlık, hatta ölüm göze alınabilir. Hiçbir varsılın böyle bir fedakarlığı üstlenmeyeceği bilinse de… onlar savaş zamanlarında kapağı atacak bir ülke bulsalar da…
Ama, bir toplum yaşamında savaşların ömrü kısa, barışın ömrü daha uzun olduğu halde, egemenler vatandaşlarına hep savaş koşullarını dayatırlar. Slogan şudur özetle: UCUZ ÇALIŞ, İTİRAZ ETME, her durumda allahına şükret. Vatanseverliğin (milliyetçiliğin) ölçütü budur(!)
Bu ölçütlere itiraz edildiği görüldüğünde kapitalizm, “vahşi” yüzünü göstermeyi ihmal etmez.

Böylece, kendi halkının emek değerleriyle büyük güç edindiklerinde, artık uluslar dışına taşma zamanı gelmiştir.
Barış zamanlarında yatırım ve kâr kavramı (pazarlama) daha çok “ikna olgusu”na muhtaçtır.
Büyük şirketler yine kendi güdümlerinde olan hükümetleri de devreye sokarak, zayıf ülkelerde çıkarlarını kollamaya devam ederler. Artık, emeklerini istiflediği kendi halkına, ranttan pay verme zamanı gelmiştir. Çünkü, daha ahmak ve ucuz insan yığınları bulunmuştur artık. Bu aşamada kendi halkının yaşam düzeyine şükretmesini ve ahmaklara model oluşturmasını sağlamak için, bizim gibi “beterleri” göstermesi yetmektedir. Kendilerine hizmet ettirebilecek ucuz insan bulabilmekte zorlanmazlar. Bu nedenle nüfus çoğaltma gibi, “dış güçten” sakınma ve fabrikasını ucuz emek ile çalıştıracak güç bulamama gibi dertleri kalmamıştır. En azından, emekli ücretleriyle, doğası bakir (istese de sanayileşememiş) ülkelerde tatil yapabilirler. Böylece avunabilirler.

Ama bu gidişin doyum (tıkanma) noktası, yeni bir savaşın başlangıcı olduğunu her sıradan insan fark edemez. Vietnam ve Irak halkının ABD’ye direnişleri ve dünya savaşları bu durumu izah eder.

“ikna olgusu” demiştim. İşte burada, LİBERAL felsefenin “neo”su devreye sokulmaktadır. Sıcak savaşlardan daha ucuza gelen bir yatırımdır bu politika. Hele de karşıdaki ülke politikacıları vizyonsuz ise, kendi ailevi çıkarını sinsice öne almışsa, liberal politikaya hizmet etmesi kaçınılmazdır.
Artık kendi milliyetçilikleri içerdeki yoksullarının avuntusu ve savaş zamanı kullanılabilecek bir araç olarak yedekte durmaktadır. Şirketlerin adımları uluslar dışına taştığında, milliyetçilik itici ve sevimsiz bir kavram olarak alınmaya başlanacaktır.

Vahşi kapitalist, sosyalistin emek hakları için sınır tanımayan “enternasyonal” fikrini lanetlerken, “sermaye hakları “ için Liberaller, bu kavramı da ipotek altına almışlardır.
Globalizm, sermaye sınıfının ideolojik adres alanı olmaya başlamıştır.
Artık, muhtaç hatta ahmak toplumların hükümetlerine talimat verebilecek kadar ileri gidebilmektedirler. En azından kontrol mekanizmalarını besleyebilmekteler.
* * *
Serbest piyasada “değeri “ arz ve talep belirlerdi. Bir mal piyasada ne kadar az ise, fiyatı o kadar yüksek olurdu. Ya da tersi. Emeği de alınıp satılan bir MAL yerine koyduklarına göre, Başbakan’ımızın çok nüfus –hem de genç nüfus-istemesinin altında yatan sır tamamen açığa çıkmaktadır.
İşsizlik ortamında, bir kardeşin kendi kardeşine hatta babasına rakip olduğu bir toplum düzeni nasıl etik(ahlaki) olabilir?
* * *
Yukarıdaki yorumlar çerçevesinde, yoksulların bu tuzağa düşme gerekçelerini anlamak oldukça zordur...

'ÜÇ ÇOCUK' TARTIŞMALARI-

'Üç çocuk' tartışmalarına değinen Erdoğan, şunları söyledi; Ben evlendiğim zaman zengin bir ailenin çocuğu olarak evlenmedim./ Milliyet Gazetesi 


Ekonomi Dergisi Forbes, dünyanın en zengin şirketlerini ve hükümet adamlarını açıkladı. Türkiye'den 14 şirketin listeye girdiği kaydedilirken, Başbakan Tayyip Erdoğan ise en zengin devlet ve hükümet başkanları sıralamasında sekizinci sıraya girdi. Tayyip Erdoğan kralların ve prenslerin ardından listedeki ilk parlamenter olarak dikkat çekiyor. //SolGazete

Başbakan devam ediyor,

“Sakın ha doğum yapmayın diyenler bu ülkenin yararını düşünmüyor. Şu andaki nüfus artış oranı ile devam edersek 2037 yılında Türkiye'nin nüfusu yaşlı nüfus haline gelecektir.Ben hesapla, bilimsel konuşuyorum. Artması lazım bu oranın. Bak Avrupa ağlıyor. Biz yanlış yaptık diyorlar. Bizi de birileri bu oyuna kurban etmek istiyor. Almanya şu anda para veriyor yeter ki doğur diyor ama doğuramıyor."

* * *
Önce öptü sonra öldürdüİşsizlik bunalımı bir aileyi daha yok etti. Diyarbakır'da cinnet getiren adam kızlarından birini öldürdü, diğerini yaraladı. Sonra intihar etti.
* * *
İşsizliğin azalmamasının nedeni yüksek genç nüfus ve önceki yıllardan biriken işsizlik stoku. Nüfusun yüzde 65'i 35 yaşın altında./ YEni Şafak
-SOSYAL GÜVENLİK REFORMU- Konuşmasında Sosyal Güvenlik Reformu'na değinen Erdoğan,"Sosyal Güvenlik Yasası tartışılıyor. Bu yasa ile her doğan sosyal güvence ile doğsun istiyoruz. Ama bu solcular ve onların yanında olanlar buna karşı çıkıyor.
 demagoji

Biz isçiden, emekçiden yanayız diyorlar ama bunun karşısına dikiliyorlar. Bunların işçiden yana olmak gibi bir derdi yok sistemi kilitlemek gibi bir derdi var.

a=b, b=c ise, a=c olur. Yani bu matematiksel mantığa göre, bu sistem sadece işçiden emekçiden yanadır. Solculara ters düşen durum, emekçiye verilen haklardır. (bu başbakan sosyalizmi adam smit ten öğrenmiş belli ki.

Dikili bir ağaçları olmamıştır bu ülkede. Bunlar yıllardır bu ülkede bağırıp, çağırdılar.Benim vatandaşımın ilaç kuyruklarından kurtulabilmesini sağlayabildiler mi? Hani sosyalist, komünist gezinenler bu ülkeye niye bunları getiremediniz? Biz halkımızı ayırt etmeksizin seviyoruz."diye konuştu
* * *
Duyan duymayan da sanacak ki, bu ülkeyi 80 yıldır, kapitalist-liberaller değil de, sosyalist-komünistler yönetmiştir.
EVET, SOSYALİSTELER BU SİNSİ DÜĞÜMÜ ÇÖZMEK İÇİN, BU OYUNLARI BOZABİLMEK İÇİN, SİNSİ LİBERALİZMİN ENSESİNDE OLMAYA DEVAM EDECEKLER, her şey pahasına…… /z.örer