Astronomik* yılbaşı bizi bir türlü uyduramadı kendi kuralına. Yılbaşı kutlamamızı gerektiren zaman dönümü tanıştığımız yılın ilk günüydü de ondan.
Sayısal zaman kenardan köşeden ilişse de bazen saç tellerimizin rengine, belki biraz da göz kapaklarımızın perdesine, henüz teslim olmamanın heyecanı, yatay düzleme onbeş derecelik yükselen açıyla seyrediyor.
Sevgililer güneşin batışını, bir günün daha kayboluşuyla değil, renginin kızıllığıyla aşklarının örtüşmesi ve bir sonraki günün taze bir başlangıcı olacağıyla özdeşleştirirler, Yılların bir bir gidişini de öyle.
Hayat suyunun yavaş yavaş çekilmesine “yaşlanmak” derler genellikle.
Biz “Yaş”lanmaya sözcüğün öteki ikizi ve varlığımızın kökeninde atıl duran yanından bakanlardanız, “ıslanmak” gibi…
Yağmurun melodik seyrinde sırılsıklam ve yalnızca O’nun hayalini avuçlarımızın içinde tutarak yürümek ve adım ritimlerimizi kendi öz gerçeklerimize göre ayarlamak; bazen hisleri kulaklara fısıldayarak deniz dalgalarına karıştırmak gibi… o ses ki yankısına dönüp kulak kabartmanın heyecanıyla mutluluğun yankısı.
Biz paraya bir değişim aracı olarak değer verdik de asla bir egemenlik aracı olarak para hayali kurmadık. Çünkü biliyoruz ki bu düzeyde servet yığanların yalnızca ölümleri değil aynı zamanda güvenlik kaygıları ve yaşlanmaları da işkence olur. Egemenlik kompleksine kaynayan benliğin ondan kopması nasıl kanatır kimbilir!
Biz başbakan, genelkurmay başkanı ve cumhurbaşkanı yerinde olmayı da düşündük bazen. Sonra yaşama sevincinin mayası olan sevgi, değer ve ilginin özbenliğe değil, bir şekilde elde edilmiş olunan o cansız yetkiye adandığını düşününce, o hayali de yağmur ve en fırtınalısından bulutların sırtına yükledik.
Biz zamanın yatay düzlemde istikrarlısını sevdik. Sonbaharı tanışmanın, ilkbaharı kaynaşmanın, diğer mevsimleri paylaşmanın zamanı olarak andık.
Biz bazen kavga da ettik, küsüştük de. Ama kavgalarımızı ve küsüşmeleri nefret bakterilerinin canlanmasına fırsat tanımayan zamanda terkettik. Her barışıklığın anını ilk tanışıklığın heyecanıyla süslemeyi seçtik.
* * *
“Evet, yaş zamandır” dedik ama, zamanı tanımladık ve üç parçaya böldük.
Astronomik* zamanı, Güneş'in doğuşu ve batışıyla birim olarak takvim yapraklarının yere düşen miktarıyla ölçtük.
Birey-devlet ve özel kurumların arasındaki ilişkilerin dikkate alındığı,
mekanik bir anlayışın
ve
mekanik bir anlayışın
ve
doğum tarihinin yazılı olduğu ama enerji miktarının belirtilmediği,
okul, askerlik ve işe alma gibi işlerde “hak sınırını” belirleyen zaman birimi olarak andık..
okul, askerlik ve işe alma gibi işlerde “hak sınırını” belirleyen zaman birimi olarak andık..
Fizyolojik zamanı, iş yapan ya da hareket eden bir insanın harcadığı enerji miktarıyla kazanımları arasındaki bileşke vektörüyle ölçtük.
Psikolojik zamanı, bir hedefe koşullanmayla ilgili durum olarak bildik. Saatın yelkovanına göre değil, içinde bulunduğumuz an'ın keyifli ya sıkıntılarına göre belirledik
Astronomik zamanla sekiz saatlik bir otobüs yolculuğunda kitap okuyan, uyuyan ya da sessizce etrafını seyreden üç insan için zaman farklı işleyecektir
* * *
Zaman enerji, ufuk, bilgi, heyecan ve birikimdir,
Takvim yaprakları değil
Takvim yaprakları değil
“Yaş”lanmak filizlere ıslanmak, tohuma büyü yapmak ve
gök mavisine kazık çakmaktır,
korona kendirine boyun uzatmak değil.
gök mavisine kazık çakmaktır,
korona kendirine boyun uzatmak değil.
Ertelediğin işine tekrar hazırlıktır uyumak,
Güneş'in batışı değil.
Güneş'in batışı değil.
Güneş'in batışı az sonra doğuşudur ve ölüm sadece, yaşanacakların devredilişidir,
felaket değil,
felaket değil,
Yıllar geçip gidebilir, ardından bakılmaz
Geçmiş ile vedalaşmak düşer bize
“vah!”laşmak değil. /zihni örer
Geçmiş ile vedalaşmak düşer bize
“vah!”laşmak değil. /zihni örer
Ömrünün en son
saniyesine kadar ilk günkü duyarlılık ve ortasındaki heyecan kadar yaşamak ve
hissetmek her canlının hakkıdır.