31.5.11

materyalist idealimin şiiri

Has iken hastalandım
Onsekizde pas aldım
Şutlar out olunca
Doktora selam saldım

Selamım baş üstünde
Saçlarım kaş üstünde
Beni Tutana aşk olsun
Ruhum uçuş pistinde

Her aşığa  gül olsa
Gülüşü öpüş dolsa
Akışa fren olmaz
Sevdiğin rehber olsa

“Ruh maddenin yansısı”
Sağlık aşkın kasası
Baharı hissedişim
Moralimin tasası

Baharım tuttu beni
Tuttu da Furutti beni
Başka söze gerek yok
Haplarım yuttu beni
                                                                                      
zihni örer

18.5.11

Sansür kokusu

antisansür
Bizler ne hayal aleminde yaşıyoruz, ne de insanları olduklarından daha iyi hayal ediyoruz, onları oldukları gibi görüyoruz. Bu nedenle insanların en iyisinin bile otoritenin uygulamalarıyla özde kötü kılındığını ileri sürüyoruz. İnsanın insanı yönetmesinden bu nedenle nefret ediyoruz. demiş Pyotr Alexeyevich Kropotkin /Sevgili siyasalbilimci Ayşegül yazmış.

Sansür, ahlakı tıraş etmeye kalkışırken, özgürlüğün derisini yüzen resmi bir eylemdir.
Sansürün soğuk yüzü ürkütür de ondan izocamlı kılıflarla işleme konulur.  
Biber gazı ve jopun erişemediği iletişim kanallarının “erişim”lerine erişilerek Ortadoğu rüzgarının kum fırtınasına karşı koymayı düşünüyor olabilirler.. ama kulağımıza “ahlak kurtarma ayarı” olarak gelmesi matris şifrelemesini akla getiriyor.
 Pazarlama taktiğinin şifresi de kopya ihtimalini güçlendiriyor. Osmanlı torunları olduğumuza göre, genetik kalıtım kaçınılmaz olmalı. Matbaayı 200 yıl ülkeye sokmamanın gen intikali... Basılmamış kitapları toplatacağına matbaayı yasaklamak daha kestirmeydi ama, kör olası internet icat oldu mertlik bozuldu. Ne kötü rastlantı!

Sansürlerin karakteri gizlilik ve sinsilikle eşdeğerdir her zaman. Korumacı gösterilir, altından muhalifsavarlık çıkar.

Bekarlık günlerimizde, birkaç arkadaş ile erotik bir film oynatan sinemaya gitmiştik. Sık tartıştığımız, bize ahlak dersi veren, milliyetçi-mukaddesatçı bir arkadaşımızı o sinema salonunda görünce ve o da bizi görünce, deplasmanda seyircisiz oynayan bir futbol takımı psikozuna kapılıverdi. “Hayrola bu filmde ne işin var senin” diyerek bir gol atma hamlesinde bulundum. Arkadaşımın mahcubiyeti yüzünün renginden okunuyordu. Cevabı da bir o kadar kırmızıydı:
-“Hani siz materyalistlerin savunduğunuz bir teziniz var ya,
e-e-ee?
-Görmediğinize inanmazsınız ya, bu teze dayanarak, erotik filmlerin ahlaksızlığını yerinde eleştirmek için bakıyorum” diyerek, espriye kontratak yapmıştı.

Ahlak bozan web sitelerini tespit edenlerin ahlakı nolacak? Onlara iş başındayken radyasyon elbisesi mi giydiriliyor?

Toplum aile, kadın ve hatta çocukların güvenliği elbette çok önemli. Dert bu ise gerçekten, daha akılcı birçok yolu olmalı. Öncelikle “internette güvenlik” konusu tartışmaya açılmalı. Yanında bir adet de organ mafyasının sempatik yüzünden söz edilmeli. Hatta biraz da 9 yaşındaki kız çocuklara nikahı mübah görme inancından….

Belediyeler ve milli eğitim müdürlükleri, her hafta sonlarında öğrenci velilerine bu konuda konferans düzenleyebilir.
Milli eğitim Bakanlığı, dergi-broşür hazırlayarak, öğrencilere dağıtır ve bu bilgilerin aileler tarafından öğrenilmesi sağlanabilir. Televizyon kanalları yarım saat bu konuya ayrılabilir.
Dumansız hava sahası reklamından daha öte, bilgisayarda internet kullanımı ve çocukları izlemenin teknik yöntemleri öğretilebilir……..

İnsanı en iyi kanun değil, bilgi-bilinç ve olanaklar korur.

Sansür ve sansar kandaşlığı

sansar

Sansar ile sansür sözcük harfleri bakımından olduğu gibi, karakteristik olarak da birbiriyle alabildiğine bütünleşen özelliğe sahip. Sansarlar da sansürler gibi gündüzleri uyuyup geceleri avlanırlar.
Sansarlar özellikle insanların uyudukları saatlerde, gizlice tavuk kümesine dalarlar. Çünkü tavuk, yumurta, kuş sansarların, temel besinleridir. Tavuk-yumurta Burhan Kuzu’ya atılan yumurtaları akla getirir. Öğrenciler nerden bulurlar bu kadar yumurtayı:)
Sansarlar, beslenebilmek için yumurtanın kaynağını kurutmak gibi bir kemirgenliğe sahip ise, sansürcülere atılacak yumurtaların da sansarlarca sansürlenmesi tam isabet.

Sansarların çiftleşme dönemleri Haziran- Ağustos ayları arasında olup, internet sansürünün de 22 Ağustosta yürürlüğe girecek olması Ömer Çelakıllı’ca rastlantılardan biridir. Sansarlar, Mart- nisan arasında 2 ile 4 (2+4=6) yavru yaparlar. 5651 nolu kanunun /6. ispiyon maddesi buna işaret eder.
Ayrıca Sansar’ın pis koktuğu söylenir. Terleyip de uzun süre yıkanmayanlar için “sansar gibi kokuyorsun” denir halk arasında. Sansürün de hangi noktada kokacağını, hangi konuların ahlaksızlık kabul edileceğini kimse önceden kestiremez. Bu yüzden “ya hep ya hiç” metoduyla teslim olmak, internet kullanımından ve vitrinlerdeki kitaplardan uzak durmak en garantili yol olmalı!

Sen öyle San-sür-sen de gitmez bir adım ileri.

26.4.11

Çingene Hayriye gelmiş

Hüsnü Şenlendirici & Vasilis Saleas  düeti.
Hayriye,  sokağımızın bahar müjdecisi.  Kışları İstanbul’da geçirir, her baharda döner Alanya’ya.

Çocukluğumun geçtiği köyde leylekler, yaşama sevincimizi coşturan bir sembol idi; Hayriye de şimdi öyle…

Çapraz komşu binanın yer katında kiracıdır Hayriye’miz. Balkonda kendimi gitar mevzisine aldığımda sanki Hayriye’yi hedef alıyor muşum gibi gelirdi. Görüntü hala da öyle, içerik değil. Ben(deniz) 4. katın camlı balkonunda “kendim çalar kendim dinlerim bir de sevenlerim” iken, O yüksek ses ile,  konuşur şarkı söyler, teyp kasetinden müzik çalar oynar, ziyaretçi yoldaşlarını da  oynatır.

  Monotonluğu mahalle sakinlerinin kibirine gömer.

O, “Hayriye’miz” tabi ki; çıkmaz sokağımızın monotonluğuna çiçek ve güllerimizden sonra, ondan başka rest çeken bir varlık daha çıkmadı  beş yıldır. O’nu çok sevdik….

 Mahalleli sevmedi! "Yüksek ses ile gecelerin sessizliğini parçalara ayırıyor, mahalleyi uyutmuyor" diye 155'i aramışlar.  Uyarmışlar, tehdit etmişler, Hayriye’yi Hayriyelikten çıkarmışlar. Şimdi onu kendilerine (bize) benzetmişler, bir kuru odun parçası gibi olmuş!

Oysa yan tarafımızdaki bahçede bir ağaca zincirle bağlanan bir köpeğin sabaha kadar avazı-ağıdı vardı. Köpek işkence çekiyordu. (Bende video görüntüsü bile vardır). Hiç bir komşunun, o köpeği 155'e şikayet edip de kurtarmak aklına gelmedi. Yakınımızdaki Adliye lojmanlarında görev yapan polise bildirdim de, hatırı sayılır köpek sahibini uyarmışlardı....

Bir yanda Çingene Hayriye-sevmez komşular, diğer yanda kentin köpek-sever yerlisi!

Onurlu bir kadın. Kedi karakteri seziyorum O’nda. Yiyecek için vs. asla boyun bükmez de, insan olduklarını kavrayanlara karşı kedi gibi yumuşak ve nezaket küpüdür. "Rom" çingenecede "insan" demekmiş. Roman sıfatı burdan türemiş. "Biz de insanız" tepkimesiyle çingene imajının kurtarılmasının başka dili....
Kendilerini şikayet edenlerle ve polislerle kavgasını duyduğumda saygım katlanarak büyüdü Hayriyelere.

Hayriye Çingene.
Yüzüne “çingene” diyenleri ikiye ayırıyor, bir kısmına “sensin çingene”, diğer (bana) abi diyor…..

 Çingenelik –özellikle- özgürlüğün ve evrende en egzotik çeşitli yer aramayı kültür edinen  göçebeliğin ve servet egemenliğine başkaldırının simgesi olduğunu söylediğimde, orijinal Hayriye bir anda parlayıverdi yüzüme. Sizi “çingene” olarak aşağılayanların da sizin gibi bir göçebe torunları olduğunu bilin. Siz Hindistan diyarından  bu tarafa gelenlerin, biz orta asyadan  gelenlerin torunlarıyız;  sizden tek farkımız kuruntumuz….

 * * *
asalet yarışı:

Çingene delikanlı bir mühendislik bürosuna iş başvurusu yapar.
 Ciddiye alınıp sözlü sınava çağırılır. Büro amiri alay etmeye kalkışır çingeneyle:
-Hayri hangi fakülteden mezunsun?
-kaldırım mühendisliğinden abi.
-görevin neydi Hayri Bey?
-Kaldırımlarda klarnet çalardım, bahşiş alırdım.
-Peki, burada aynı işi mi yapmak istiyorsun?
-İsterseniz, siz çalışırken, baş ucunuzda çalarım veriminiz  yükselir abi.
-yok yok, sen temizlik işini yap, mesela biz sigara içeriz izmarit atarız, kağıt kırıntılarını atarız, hatta bazen tükürürüz, sen temizlersin;   tecrüben var mı bu konuda?
-He var abi, bizim çadırlarda inekler altına sıçtığında temizlerdim, burada da aynıymış.
/z.örer

* * *

16.4.11

Liberalizmde atış ve satış serbest

Atma Recep Din Kardeşiyiz atasözü özelleştirilmiş.
Atasözleri de mi yağmalanıyo ne!
Soluduğumuz havadaki oksijenin özelleştirilmesine ne kaldı ki şuracıkta!

“Atasözleri ve havadaki oksijen kamunun malıdır, özelleştirilemez” demiş, hayata kalbinin attığı yerden bakanlar. Oysa, kamu sektörlerinin ekonomi bölümü özelleştirilebiliyor da, kültürel bölümü neden özelleştirilmesin!

AKP Genel Başkanı’nın ulusal servetten yararlandırma bakımından, “gri+kara+yeşil” (daha çok yeşil) sermaye sınıfının politikacısı olduğunu düşünmeyenlerin çoğunlukta olduğu biliniyor. Bu O’nun bir ideolojisidir elbette saygı duyulur. Ama ideolojinin karakterini analiz etmek de bize düşer, olup bitenlere bakarak.

Recep, mizah kültürümüzde hep “atan” olarak bilinir. Atmaktaki öznenin “palavra” olduğu da bilinir. “Recep, din ve palavra” sözcüklerinden türetilen “atma recep din kardeşiyiz” deyiminin kökeni tarihte hangi recep için söylendiyse, sanki başbakanımıza da pek yakıştı.

Recep Bey milli görüşçüyken, O’nun (karizmatik ve istikrarlı) radikal-protest bir yanı vardı. Burada yazdığım gibi protest tavır cesaretini daha çok kendi özündeki haklılıktan alır. Ya da ben öyle düşünüyorum. Ancak, Başbakanımız bir, bilemedin birkaç gecede milli görüş militanlığından liberal ideolojinin yürütme makamına sıçrayınca, “Recep”liğinin tüm hünerleri coşmaya başladı. Atmalar karizmayı çiziyor da, haberi olmayanlar olanlardan daha fazla.

 İcraatları klasik ama, tavırları radikal kalmaya devam ediyor yeni kariyerinde. Sanırsınız ki karşısındakiler hükümet, kendisi mağdur ve masum bir muhalefet. İşte burada sırıttı söylenen ile anlaşılmayan arasındaki farkın çelişkisi.

Grafik ile düşünelim:

Şekilde AKP Genel Başkanı, frekans (sinyal) kaynağı konumunda gösterildi. Devamında, ayırıcı (siplıttır) , modem, telefon ve bilgisayar var.

Çalışması şöyle: Ptt telefon hattından gelen kablo ayırıcının girişine bağlanır, iki çıkıştan birisi telefon makinesine, diğeri internet modemine girer. Ayırıcının görevi, ses ile ses+ görüntüyü ayırarak, paraziti önlemektir.

Tezimiz şudur: Recep T. Bey ile Türk halkı arasına bir Siplitter konulduğunu düşünelim; söz ve tavırları toplumun hangi kesiminin nasıl algıladığını görelim.
Başbakandan gelen sinyali ses olarak algılayan kesim, büyük oranda muhafazakarlardır (telefon makinesi gibi). Telefonun sesini, salt melodi biçiminde algılayan “cemaat ruhlu” muhafazakarlar için anlamdan çok yankı önemsenir.

“Ses+görüntü”yü birlikte algılayanlar ise, kemalist ve sosyalist devrimciler (Modem gibi).

Modem ses ve görüntüyü bilgisayara aktararak, bilgi haline getirdiğinde, sözlerin ve vaadlerin (görüntünün) anlam kalitesi (gerçeğe mesafesi) ölçülmüş olunuyor (diyalektik ya da dijital algı).

Birkaç örnek ile tezimizi olgunlaştıralım.

Toy gençliğimde, Milli görüş davasında emeği olanlardan biri olarak biliyorum ki “demokrasi şeriata giden yolda bir araç” olacaktı. Bu durumu, düşmanın silahıyla silahlanmak” hadisiyle izah ederdi o zamanki “büyüklerimiz” Bunu ben ve bütün milli görüşçü camia böyle bilir. Aşkta ve savaşta her yol mübah ise, alın size bir değiştirme mübahı. Recep T. Bey F taktiğiyle, “...şeriata giden yolda” kısmını “atmış”. Atış-1

Ünlü van minıtı arap ve türk cemaat tayfası, telefon melodisi gibi algıladı, İsrail ile sürdürülen gizli ilişkilerin (askeri bölümde) içeriğini merak bile etmediler.

Devrimci kesim ise van minıtı Modem gibi algıladı. 19 insanın öldürülmesiyle sonuçlanmasını ya da etik bir diplomasi dili olmadığını düşündü. Öfkeyle yatan zararla kalkar” özdeyişini burada da çöpe “atmıştır” Atış-2

Türkiye’ye Fransız kalan adama seçim öncesi bir salvo daha atmak istedi, taraftarları yine transa geldi. Ama adam Türk kökenli çıktı, o da boşa “atılan” bir adım oldu. Atış-3

YGS şifresi savunmasından tatmin edenler tatmin olmadığını sonradan itiraf edince, başka ülkelerde Bakan düşüren olayların, bizde bitini dahi üzerinden “atamadığını” görüyoruz. Atış.4

Cemaat tayfası ekonomik büyüklükte dünya bilmem kaçıncısı olduğumuzun sadece tıngırtısını duyarken, devrimci tayfa fiyaskoların ayrıntılarına kafayı takar. Görülür ki, gerçekler ayrıntıda gizli. Önemli olanın büyüklüğü değil, fonksiyonu olduğunu bir kenara “atmış” olduğu görülüyor. Atış-5 (Bu konu ayrı başlıkta incelenebilir).

R. T. Erdoğan Milli görüş İl başkanı iken,“önce maneviyat” sloganıyla yola çıkmışlardı.
Politika yaşamlarında edindikleri servet miktarının, hiçbir ekonomi prof.un “beceremeyeceği” miktarda olduğu söyleniyor. “önce maneviyat” diye manşet “atıyorlardı” -Atış-6

Kısacası, liberalizmde satış kadar, “atışlar” da serbest.

Seçim öncesinde tamamen yoksulcu görünen Politikacıların karakterine yansıyan kültür kökeni kolay formatlanamaz.

Mutlu bir toplum olabilmek için kendimize reva (layık) gördüğümüz talep düzeyi önemlidir. Düşük düzeyli yaşamayı kendimize layık görürsek, mesajları melodik ses gibi algılarız, kulağımıza hoş gelirken, karnımız aç kalır da, kaderden sayarız sonra. Kurulan tuzakların farkında olamayız.

Kendimizi daha iyi koşullara layık görürsek, içerik ile ilgileniriz. İçerik ise, ideolojilerin markasında gizli, atmasyonlarda değil.

13.4.11

türbandan kurban olunca

Başın içi gibi dışı da örtülüydü bu dünyaya.
Örtü gizleyen demekti, örtünen de gizlenen…
Örtünün üç tür ağırlığı vardı durduğu yerde;
-cinsiyete her an bir bakış saldırısı korkusu,
-saç tellerinin en dipten kırılarak, yönünün değiştirilmesinin ağrısı;
-hücrelerinin D vitaminine, ondan da önemlisi özgür düşnmeye kapatılması.

Bu ağırlıklar altında terlemek kaçınılmazdı. Bir rüzgar esti o gece; teri soğutmak mı, örtüyü savurmak mıydı niyeti? Yoksa rüzgar “laikçi” miydi? Kim bilir…!


oooyy anam oy! (12Haziran için)