24.5.18

bilgiyi bilekten güçlü kılan alıcısıdır






Muharrem, heykel yapacağı kocaman mermerden bir parça koparmak için çekiçle tık tık vuruyordu.

Onu seyreden Erdoğan balyozla yıktığı eski duvarları hatırladı.

Muharrem’in bu nazik vuruşlarını izlerken dayanamadı, usulca yaklaştı; elindeki çekici kaptığı gibi, mermere hızlıca bir darbe indirdi. Döviz fırladı, tl. yere düştü. Kahraman edasıyla sanatçıya dönerek:

"bak öğretmen efendi, sen bu taşı 99 çekiçte kıramadın, oysa ben tek vuruşta kırdım. Gel bana, ders vereyim sana" dedi.

Muharrem, Erdoğan’ın yüzüne baktı, gülümseyerek:

“usta, ordan bakınca öyle görülüyor da, gerçek öyle değil” dedi.

“Nasıl öyle değil Hoca, gözünün önünde kırdım ya?”

"Usta, bazı şeyleri gözle göremezsin, hesap kitap ve toplamda diploma şart. Oysa sen hesapsız ve öfkeyle vurdun, heykeli ortadan ikiye çatlattın.

Kaldı ki bu ucube parçayı kıracak olan son darbe değil, ondan önceki İNCE vuruşların toplamı olacaktı"./zihni örer




13.5.18

anne mi eş mi?

Önce "eş mi, anne mi?" diye sorarlar,
elmalarla armutlar toplanır mı hiç!
Diyelim ki matematik çıldırdı anlağınızda,
yürekler tuzak soruyla kaplanır mı hiç!
"Önce eş mi, anne mi?" diye sorsunlar.
Ben açarım köşeli köşk parantezimi,
"sevgili" çarpanını koyarım sol yanıma.
Biri benim annem olur, diğeri çocuklarımın
/zihni örer/

10.5.18

hangisi öküze benzedi

hangisi öküze benzedi

Kurnazlığın zekayı bozduğu bir ülke/toplum düşünün

İmam ile öğretmen, rakip partilerden Cumhurbaşkanlığına aday olur. Rekabet kızışır. Seçmenin ilgisini çekebilecek ne varsa ortaya dökmeye çalışırlar. Doğal olarak her aday bildikleriyle seçmenin nabzına hitap eder.

İmam, cennetten cehennemden, sevaptan, günahtan... falan söz ederken, öğretmenden daha önemli şeyler söylediğini iddia eder.

Öğretmen de buna karşılık, bu dünyadan, bilginin öneminden, quantumdan, meşru kazançtan, yaşamın zorluklarından, adaletten, işsizlikten, üretimden... falan söz eder.

Propagandanın son günü imam işi sağlama almak için öğretmene haber gönderir. Halkın huzuruna birlikte çıkmayı, hatta halkın hakemliğinde imtihan olmayı önerir.
Mesela der, her ikimiz de tahtaya "öküz" yazacağız, sonra da cemaate danışacağız; cemaat kiminkini onaylarsa, diğeri adaylıktan gönüllü çekilsin.

Öğretmen bu teklifin konusunu gülünç bulsa da, aksi propagandaya fırsat vermemek için kabul eder.
Okuldan bir kara tahta, bir kaç renkli tebeşir getirtir, tahtayı meydanlığa dikerler. Halk toplanır.

İmam, "yaz bakalım öğretmen efendi" der kinayeli ses tonuyla.

Öğretmen renkli tebeşirlerle süsleyerek, resimdeki gibi, gölgeli, yazım tekniğine uygun "öküz" yazar. Bu iş 5 dakika gibi bir zaman alır.

Sonra imam tahtanın başına geçer, toplam 20 sn.de bir öküz kafası çizer. Sonra cemaate dönerek yüksek ses tonuyla sorar,

EY CEMAAT-İ MÜSLİMİİN, ikimiz de buraya öküz yazdık, BAKIN BAKALIM, HANGİSİ ÖKÜZE BENZEDİ?

Okur yazarlığı olmayan halk ne desin?

22.4.18

aşk ve ölüm





-benden nefret et e mi?
Neden?
-ölürsem kahrolmazsın
Siparişle sevmedim ki, emirle nefret edeyim.
-ama kahrolursun!
Öyleyse yalnız ölme.

--------------------------/zihni örer

 
resim google'den

17.4.18

Aşk Sanığı


Fayans çamurunu sıvarken,  hız ile kaliteyi  tatlı bir rekabete sokardım.  Mola,  sadece tuvalet ihtiyacıma bağlı,  kısacık  bir zaman dilimiydi.  Yüzüm hep duvara,  sırtım dünyada olup bitenlere dönüktü.  Son fayansı döşedikten sonra,  kasılan boynumu kütürdetmek için bir sağa,  bir sola döndürürken, balkonun ucuna yakın yerde  bir tuğla ve üzerinde katlanmış bir gazete gördüm. Önünde bir eldiven, yanında ağzı  yere dönük bir çaydanlık, etrafta sigara izmaritleri...
 Dedim ki,  “ulan Hanifi, herkes götünün dahi  kıymetini  biliyor da, sen neden zamana meydan okurcasına hep çalışıyorsun!”
 "O başka, o başkaydı". Fayans doçenti olacaktım ben. Profesörlük bir tık eşikteydi. Bunları düşünürken, merdiven başına doğru bir göz attım ki...  atmaz olaydım” diyeceğim  günlerimin  tetikçisini  karşımda bulmuştum! Bana bakıp, gül yaprağı yumuşakalığında  gülümsüyordu. Oysa Songül'en iyi gülecekti.