30.11.10

evlilik programlarının düşündürdükleri

“Yaşam kaosu” yüksek olan toplumlarda 
evlilerin aşkı değil hesabı olurmuş.

Bir çocuklu genç kadın eş adayıyla karşılaştığında, onun da bir çocuğu olduğunu ,  çocuğa  eş adayının annesinin baktığını öğrendi; birkaç klasik sorulardan sonra,  adamın evlilik teklifini  açıklayamadığı bir nedenle kabul etmedi.  Çocuğa bakan “babaanneye düşkünlük” kafada bir tetikleme yarattığı seziliyordu. Böyle durumlarda açıklanmayan nedenler için “elektrik alamadım” kodlanması en kolay yoldu. Oğlanın yakışıklı ve olgun imajlı  biri olduğu tartışılamazdı. Belki bu yüzden elektrik şoku gizlenen başka bahaneyle nötürlenmiş olmalıydı

. Ama bir pürüz vardı ki, evlenmeye asıl  engel olan neden   ya oğlanın gelir düzeyi  ya da kaynana sendromuydu?
 Israrla  net bir neden belirtilmesi gerektiğini söylediklerinde, “O annesine çok düşkün, biz anlaşamayız bu durumda”  diyerek noktayı koymuştu.
Çevrenin ve psikologun, genç kadının  erkeğe bir çay içimi daha görüşme fırsatı vermesinin yararlı olacağını söylediklerinde, kadın görüşmeyi  kabul etti. 
Karar anında, kadın son durumu şöyle anlattı:
-Bu son konuşmamızdan sonra mükemmele yakın bir eş adayı olduğunu  anladım ama, ben bir kez red etmiştim. Hem teyzem ablam ve annem de kabul etmemi istemediler. Ben şimdi kabul edersem onlara ne yüzle bakarım!
“O annesine çok düşkün, biz anlaşamayız bu durumda”  diyen kadındı bunu söyleyen!

***
Bir başka çift adayı karşılıklı birbirlerini beğenince,  erkek bildiği tüm romantik taklit gösterilerini, tezahüratlar arasında sermeye çalıştı.  Kadın duygulandı, gözleri nemlenmeye başladı.  İkisinin de yalnız ağız-diş-gamze-yanak-yüz rengi değil, bütün hücreleri gülümsüyordu mutluluktan. Kadın kısa bir süre durgunlaştı. Sorulduğunda, kalbinin yılda ikiyi geçmemek üzere böyle heyecanlı anlarda "teklediğini",  bu yüzden  tedavi olduğunu söyledi.
Adamın gülümseyen tüm mekanizmaları altmışdokuz model şavrele şanzımanı gibi gıcırdamaya başladı. 
“Ben evlenmekten vazgeçiyorum” deyiverdi aniden. Bir yığın tartışmadan ve ikna çabalarından sonra, “ben hastalıklı bir kadınla yaşayamam” diyerek o da son noktayı koydu.

* * *
Eş arayanlar aynı zamanda, görüşen adayların tanışma kritiğine  yorumcu olunca, insanın aklına şu yargı geliyor:
“kelin merhemi olsa başına sürerdi”.

Evlenme hamlelerinin,  aşk, sevda, sevgi, dayanışma, güçbirliği,  arayışından çok, kestirmeden sosyal güvenlik  ve geçim kaynağı arayışı  olduğu  Mark’sın tanımladığı altyapı boşluğundan kaynaklanabilir miydi?
Daha çok kadınların belli ettikleri örtülü niyet, bir başka insanın emeği üzerine göz koyarak altyapı oluşturma amacı,  üretim aracına evlenme cüzdanıyla sahip olmak gibi anlaşılıyor.  Erkeğini  her şeyden önce bir üretim aracı gibi gördüğünü gizleyecek yetenekten de yoksun. Evlenme bedeli  karşılıklı olarak ne verecekleri değil,  ne alabileceklerini sorguluyorlar.
Erkekler  evleneceği kadını daha çok, "kendine hizmet edecek biri" olarak tanımlayarak, yine duygudan yoksun, tamamen fiziksel  rahatlığının görevlisi gibi görmesiydi.

Dindar erkeklerde bu materyalist yaklaşım daha da çok belirgindi. Çünkü, evliliği gerçek ve bir bütüncül anlamda aldığımızda, içinde aşk,efkar, romantizm barındırmaması olanaksızdı.

  Burada  ticari bir durum vardı ki, evliliği şirketleştiren, kar-zarar hesabına göre kuran bir anlayış "mutlu olmak için evlilik" sanılıyordu.

 * * *
Zıt cinslerin birliğinden mutluluk üretmeyi başaran bir toplum değiliz vesselam.

Bunun bir sürü nedenlerinden söz edilebilir ama, iki gönül bir olunca seyran olan samanlık değil,daha çok Pazar yeri gibime geliyor.
Onları izlerken, insan (ölüm hariç) yapay ayrılmaların perde arkasındaki ilişkilerin akordunu düşünmeden edemiyor. Sonra o ekranda aşk siparişi verenlerin politikadan anlamadığı gibi, aşktan da hiçbirşey anlamadığını düşünüyorsunuz. “Aşık olacağım bir adam bekliyorum” diyenlere de rastlanıyor bazen , orta gençler arasında.  Bilinen bir konunun rüyasına yatma isteği gibi bir şey; sipariş rüya, sipariş aşk....
Mutlu bir toplum olmanın alt yapısı olan maddi güvencelerin sorgulanacağı makro düzey başka konu. İnsanın birey olarak, kendi bilgi ve kültürünü en azından evlenme girişimlerinde ne kadar anlamlı ve düzeyli tutabiliyor, onu irdeliyoruz.

Hiçbir mazeret tanımayan  "aşklaşma"nın ilişki düzeyleri ve arayışları çok daha "yüksek kültürel değer"lerle yürütülemez mi? diye sormak güdümüzü kamçılıyor görünenler. Önceki birlikteliklerden ayrılmalar, nedenleri ve bu örneklerin gölgesinde  ilk kez evlenme girişiminde bulunanların pazar değerlerini... çünkü, kıyasıya pazarlık yapıldığına tanık oluyoruz.

Öyleyse "evlilik akordu"nu irdeleyelim birazcık.
Aşkın  konser-ve-si (bemol notası) olamaz mı ? “Evliler konsere gidemez mi” ya da “konserve aşklar” stoklanamaz mı? Nota, akort, melodik nüans, bale figürleri.. ve benzer araçların, ilişkilerin harcı olduğu bilinir çoğu insan tarafından. Bilinir de karışımların ölçüsü tutturulabilir mi?
 Parayla -ekonomi ya da somut sorumluluklarla- aşkın çekişmesinin ve hayatın içindeki çevresel faktörlerin baskın çıkmasının  tam yeri burası mı ne? Yani evlilik kurumu…

İnsanların günlük kullandıkları kelimeleri,  konusu bakımından,  ilişkilerin tecrübe dönemlerine vurduğumuzda,  her on yıllık dilimin konusunun da değiştiğini görebiliriz.

15-25 yaş arası aşkları ilişki dönemi saymayalım şimdilik.

Yaklaşık yirmibeş yaş  üzeri  ilişkilerin genellikle evlilikle sonuçlanacağını düşünelim.  Pembe sislerin usulca dağıldığı dönemdir burası. Hayatın özellikle altyapısı olan güncel ayrıntıların dayatmasıyla,  sevdaların yerini karakter (huy) çözümlemelerine bıraktığı bir dönem.. Karşılıklı olarak, farklı aile ve kültürden edinilen alışkanlıkların berraklaştığı  yıllar....  

 Damak tadından şaka anlayış kıvamına, empatik yetenekten, farklılıkların çakışmasındaki algı ayarlamasına, cicim ayındayken öne çıkarılan yüksek değerlerin çözümlenerek sapma oranlarının belirlenmesine, “avını kafese koyma” rahatlığından sonra oluşabilecek pejmürdelik rahatlığına, artık dişlerin daha seyrek fırçalanması ve çizgili (zürafa) pijamalarla akşamın zarafetine madik atmalar, taraf aile üyelerinin kusur yarıştırmaları, varsa yengeler arası rekabetler, kendi ailesine yakınlaştırma, diğerinden uzaklaştırmayla doğru orantı kurma savaşları…  özellikle, ev kurumunu ayakta tutan emeğin öncelik-önem iddiaları daha çok erkek tarafından sürdürülen çoğu gelenek ve din kültüründen güç alan anlayışın iki kişi arasında ısırgan otu gibi durması.
Kadın doğasını erkek doğası kalıbıyla ölçme alışkanlıkları…

Küçücük sitemleşme ve küsmeler, artık bardağın boş tarafından  bakma alışkanlığını körüklemeye başlar. Laf sokma üstünlüğünün istatistik grafiğinin tepe noktasında gezinmeler, kendi ruhsal rahatlığını, savaşın sıcak ortamında karşı (eş) in huzursuzluğuna endekslemeler, gerektiğinde elde hazır tutulan kusur merceğiyle belge oluşturmalar, savaş daha da kızıştığında cinsiyet avantajlarını devreye sokup, karşısındakini damardan vurmalar….uzayıp gider bu savaşın cephe yöntemleri..

Sonuç olarak, evlenme programları ve gazetelerin 3. sayfa haber konularının ürünleriyle karşı karşıyayız. İletişim yeteneksizliği ve bunun kaynağı olarak tabuların yasakları ve cehaletin caydırıcılığı, insanların çoğunun "iyi eş olabilme"  hamlesini baştan durdurabiliyor.

* * *

                             25 yaş altı muhtemel aşkzedelere,
 Aşkların  sabıkası ve sevdaların  masumiyeti artık ayırt edilmelidir tecrübeyle.
Evlilik karesinin köşegenlerinden vektör oluşturulmalı. Birine sevgi, diğerine saygı adı verilmeli. Kesişim noktalarına kazık çakılmalı ve ortaklık ipinin ucu oraya bağlanılmalı.
Kavramların serseri etksini unutarak kutsamaya çalıştığımızda, zarara rağmen tiryakilik daha da öne çıkarılmamalı. Ütopyalar, ve idealler gerçekçiliğin mihenk taşına sürülmeli.
·        Yüksek tutkuyla  "özenilesi duygu haline"  bir bütün olarak,  sadece alışkanlıktan ötürü “aşk”  denilmemeli. Onu sadece "irade dışı bir
  tutsaklık" olarak almalı, ama asla orada kalınmamalı. Aşk öncesi "cicim dönemi"ni  olumsuz etkileyecek dış etkenlere karşı savunma mekanizmasının işleyiş şifresini sadece iki kişi bilmeli. 
·        
Aslında sorun tanımda değil,  bağımlılığın kutsanmasında. Aşk bir bağımlılık hali hatta kör bir bağımlılık hali olduğuna göre, özgürlüğün çok önemli  bir bölümünün enerjisini yakıyor demektir. Bağımlılıkların tümü için söylenebilir bu aslında.
Aşk şekil bakımından bağımlılıkların içinde birazcık kızamık hastalığını andırır; mutlaka çıkarılmasa-tadılması gereken bir hastalık gibi. Aşk hastalığının  insan bünyesine  yararı  olduğu düşünülebilir mi,  kalp ritminin bağışıklık istemini geliştirmesi açısından? Düşündürücü bir durum.

“Yüksek tutku” diye başladığımız durumun bir bölümü olan aşktan söz ettik kısaca.
Bir de bu tutkunun ilk aşaması var ki ona “sevda” diyoruz.  Efkar denilen coşkulu duygunun bu bölümün ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
İlişkilerin  “cicim ayı” denilen başlama kısmıyla,  bayatlamaya yüztutan diğer zamanları,  iki devreli maça benzetelim ve  aşk ile sevdayı kavram kargaşasına kurban etmeyelim.   Aşk acıtır ve kanatırsa, sevda coşturur ve uçurursa,  ilişki dönemlerinde üreyen ve tükenen bölümlerin ilişkiye yansımasından olduğunu bilmeliyiz.
Maçın  ilk yarısına sevda, ikinci yarısına aşk dememizin nedeni, ilk yarıda oyuncuların ısınma ve hünerlerini  gösterme, artistik stiller, romantizm gibi gösteri yoğunluğunun kaçınılmaz oluşundandır.
Tanışıklığın ikinci yarısında oynanan bir oyun ise aşk; yorgunluk,  bitkinlik ve favullerin
 “ar” meydanı olarak anılır burası.
Aşk yanığı bacalarda kurum olarak kalır da, sevdalar, kar eriyiğinde güneşi görünce toprağı pürtleten mantara benzer. 
Bu yüzden mesajlara kulak vermek  yerine, masajlara tümünü vermektir asıl ilişkinin kökeni.
Nasıl mı?
Taklitlerden sakının, kendi figürünüzü yaratın.

z.örer
Yazının bir anlamda ilişkili olduğu:


  • kadın erkek eşit olsaydı
  • 21 yorum:

    aysema dedi ki...

    "Evlilik karesinin köşegenlerinden vektör yapmalı, bir ucuna sevgi, diğerine saygı konulmalı ve keşişme noktalarına kazık çakılmalı..." işin özü bu işte.
    Gerisi kişilerin yeteneğine kalmış dediğin gibi. Herkes kendi öyküsünü birlikte yazmalı. Taklitlerden kaçınmalı, benzer görünse de her öykü özgün olmalı. Birlikte, ama özgür bireyler de olabilmeli değil mi Sevgili Zihni...

    Çok doğru ve kapsamlı yazmışsın aslında. Şunu da ekleyeyim de gideyim. Maçın ikinci yarısı daha huzurlu galiba, her şey yerine oturmuş, dış etkenler önemini yitirmiş,dingin...

    Adsız dedi ki...

    Yazı uzun ama baymadı beni.Aksine süper bi konu işlenmiş. Kısa ve öz olarak söylemek istediğim ben bu tür yayınlara programlara karşıyım.Evlilik programı koyacaklarına belgesel koysalar değişik ülkeleri gösterseler az da olsa yavaştan beyinleri değiştirebiliriz .

    zihni örer dedi ki...

    Sevgili Aysema Hocam,
    ben duyguların ilk tanışmadaki birinci-ikinci devresini kastetmiştim. Birinci devresinde sevda, ikincide aşk demiştim. İkinci devre bu anlamda yorcu ve kırıcı bir devre demek istedim. Sevdadan süzme yapıp mutluluk konservesi yapılabilir demiştim....vs

    Ama sizin kastettiniz olgunluk devresini ikinci devre kabul edrersek, haklısınız tabi, bilgi+tecrübe=güvenlik.
    Katkınız için teşekkür ediyorum:)

    zihni örer dedi ki...

    Sevgili Ashley,
    Birşeyler çıkarmış olmana çok sevindim. Aslında senin bu bilgilere ihtiyacının olmadığını da düşünüyorum. Sen bunları bulunduğun aile içinde aşmış olmalısın, buna inanıyorum. Çünkü, senin, hayatın zirvrsine doğru yelken açan bir girişim heyecanına sahip olduğunu sezi-yorum.
    Katkın için teşekkür ediyorum.

    Adsız dedi ki...

    Zihni abi, tabiiki doğru söylüyorsun. Tepem çok kötü atık. Az önce macar konsolosluğnu aradım ve okul beni 2. dönem kabul ediyor eksik belgelerim nelerdir gwelirken tam gelmek istiyorum dedim adam suratıma kapattı.Düşünebiliyormusun bana ''hanfendi siz3. sınıf vatandaşssınız paranız varsa neden macaristanda okuyorsunuz Bilkentte okuyun diyen şahsiyet adi insan.Ben ne yaptım peki ? Büyükelçinin sekreterini aradım en baba şikayetlerimi ilettim.Mail yazın dedi onu da yazıcam az sonra. Bunları sana niye yazıyorum : çünkü fikirlerini ve yorumlarını seviyorum.

    zihni örer dedi ki...

    Ashley,
    erken yaşta karşılaştığın olumsuzluklar seni erken olgunlaştıracağı kesin. Olgunlaşmak için keşek böyle zırvalara mecbur kalınmasa ama, böyle vasat bir dünyada karşılaşacağın yanlışlar sürpriz olmayacağı için, buna direnç geliştirmende yarar var.

    Kısaca, kaybettiğin birşey yok bence, ama sana akılsızca çıkarılan zorluklarda insanlık değerinin yara aldığı kresin.
    Sen ne yapacağını bilenlerden olduğun için kaybın yok ayrıca:)
    sevgiler..

    Zeyno dedi ki...

    Evliliği kaleme almışsın, her ne kadar günümüzde kaale alınmasada. O programları izlemiyorum çünkü içimde birazcık evlenme hevesi varsa, onu da kaybederim. :) Uzun yıllar evli kalmayı başarabilmiş hala el ele gezebilen çiftlerden birine bir gün, "neye borçlsunuz?" diye sordum. "Saygı" dediler. Farklı kültürlerden iki insanın, (aynı şehir bile olsa, farklı yetişiyoruz)aynı çatı altında hayat yaşaması gerçekten de zor iş. Derken, yeni katılan üyeler vs. Aşk mutlaka ve mutlaka olmalı! "Aşksız evlilik, evliliksiz aşkı getirir derler." Eğer işin içinde saygı varsa, (ki o da olmazsa olmazdandır) o çatı çatırdamaz. Ha, aşk bitmiştir, sadece saygıyla da yürümez eyvallah. Aşk zaten uzun süre yaşanılan bir duygu değildir ki. Sevgiye devam eder aşk, boyut değiştirir yani. Şimdi yapılan evlilikler, bir nev-i sigorta durumu gibi. Adamın evi olsun maaşı olsun, ölürse bana kalır. Ya da kadının evi maaşı her neyse. Bu mudur??? Şimdi galiba bu...

    zihni örer dedi ki...

    Zeyno,
    o programlarda nadir de olsa, gelişmiş insanlara rastlanabiliyor. Düzeyli talepler ve evliliğin asil amacını ıskalamayanlar var. Bunlar çok az olduğundan, bir hükümeti belirleyen çoğunluk kültürün fotoğrafı bu evlilik arenasında da görülüyor. Bunlar "görüldüğü yerde vurulmalıdır":)
    O programları tamamen kınamıyorum, ama yapım olarak oldukça eksikleri var. Gelişmiş ülkelerde annelik kursundan, evlilik hazırlık eğitimine kadar ciddiye alınan organizasyonlar olduğunu biliyoruz. Taklitçiliğe de gerek yok bunun için. Evlenmeye hazırlık eğitimi bu programların bitişiğinde verilebilir. bu eğitimden geçmeyeni ekrana çıkarmamalıdırlar. Çünkü, ekranlar özentileri kışkırtıyor daha çok.
    evet saygı ama yetmez. Karenin köşegenlerinden söz ettim. Sevgi ve saygı, o da yetmez, kesişim noktasında durabilmek önemli. bunun için yapılması gerekenleri kendimce yazmaya kalkışsam, bir kitap çıkabilir. Zamanla....

    Zeyno dedi ki...

    Şu günlerde zihnim bir hayli bulanık olduğu için, ben yine konuyu anlamadım sanırım. :) Ben kınıyorum o programları da, o programlara çıkan insanları da. Hiç kusura bakma! Aklı başında hiç bir kadın/erkek, evleneceği insanı bu yolla aramaz. NOKTA

    zihni örer dedi ki...

    Gördüğün sakatlıklar seni böyle düşündürüyor olabilir haklı olarak. Ben bu programarın savunuxusu olmak istemem ama, senin de bu konuda çok katı düşündüğünü anlıyorum kusura bakma e mi:))

    Evlenmek için kendini geliştirmiş olanlar elbette dağları delerek dağın öbür ucunda bulur eş adayını. Ancak, asıl olan doğru adayı bulmak ise, yöntemler teferruat. Dağları aşarsın ama, bazen kapıdan çıktığında pat diye karşılaşabilirsin de. Bu programlar, "görücü usulünün biraz genişletilmiş şekli. Çok sağlıklı mı? bence de değil. Abcak, başka yol bilmeyenler için en güvenilir yol olabilir de. İnsanlar bekar mı kalsın başka yol bulamıyorsa:)

    zihni örer dedi ki...

    programların arka planı bir kafe buluşma tanışma kesişme yeri gibi sanki. Hepsi aynı amaçta olunca, herşey çok hızlı ilerliyor sanırım.
    Yine de kolaydan değil de zordan seçmenin daha kalıcı olacağını düşünüyorum. Oysa orası, oldubittiye gelme olasılığı yüksek gibi. Yine sen hakısın galiba, Zeyno:))

    Zeyno dedi ki...

    Bir iki kere sadece "neler oluyor orda" diye izledim farklı kanallarda. Ticarethaneden bahsediyorlarmış gibi, seviyesiz ve paranın peşinde olan adam/kadın (daha çok kadın) gördüm. İşin bir de arka planı varmış bak, orda neler olduğunu görmeyi çok isterdim. Sırf bu yüzden katılabilirim. Şakaaaaa!!! :) "Yine de kolaydan değil de zordan seçmenin daha kalıcı olacağını düşünüyorum." Hay aklını seveyim Zihni. Biz öyle bir nesiliz ama bizim neslimizin bir kısmı tükenmiş, bir kısmı da maalesef bozulmuş.

    zihni örer dedi ki...

    Mehir, başlık parası, "vizite" ücreti... ve buna ek olarak da ücreti
    böyle ödenen evliliklerin birbirinden ne farkı var ki, kahretsin, maddi bedel karşılığı baz alınarak yapılan nikah da olsa ne fark eder ki.

    Sanatın önemi netleşiyor burada, sanat ve estetik....

    Eleştirel Günlük dedi ki...

    Hayrola hocam ne'olyo boyle gundelik TV meseleleri ha????

    zihni örer dedi ki...

    EG kardeş, toplumsal mutsuzluğun bu cephesinden bakmaya çalışıyorz bir de.

    liberal kapitalizmin evlilik anonim şirketi cephesinden...

    Ebru dedi ki...

    Deryalı günlere bakıyo musun:))
    Şaka bir yana da onlarca çiftle karşılaşıyorum iş gereği evlilik ve evcilik ayrımında bile değiller henüz aslında öğrenmeseler mi ?

    Açalya dedi ki...

    çok uzun, ben bunu yarın okuyayım oğlanı okula gönderince, şimdi size iyi sabahlar, bana iyi geceler

    zihni örer dedi ki...

    Ebru,
    bu günlerde Tv.kolik oldum, tedavi olacağım söz:))

    Anlattıklarım yerel değil, ulusal bir durum. Ama batı illerinin yani "hayırcı" coğrafyanın insanlarını ayırmak gerek bu komediden değil mi?

    zihni örer dedi ki...

    Açalya,
    bu yazıyı okuyup da uyumaya kalkışsaydın, sanırım uykun kaçabilirdi bir süre:)

    Sana da iyi uykular:)

    Açalya dedi ki...

    Anca okudum, evlilik programları kısmına getirdiğin eleştiriler zaten güzel de, ben evilik ve aşk üzerine yazdıklarını çok beğendim ve bu yazının üstünde düşünülmesi, daha çok insana ulaştırılması gerektiğine karar verdim :o) Facebook'ta link vereceğim bu yazına da. Arşivlenmesi bile gerekir bu yazının. Evleneceklere de okutulabilir :o)

    zihni örer dedi ki...

    Açalya gibi bir yazar (henüz kitapsız:)) tarafından beğenilmek önemli bir moral:)
    Şunu bil ki, tekrar okuyacağını yazdığında, bir yığın yazım hatalarından bir kısmın gderdim. Yazılarım hep aceleye gelir ve ikinci kontrolde hatalara dikkat ederim.
    teşekkür ediyorum